Hünkâr mı büyük, ‘Muhammed Efendi’ mi

  • 23.06.2011 00:00

(Evliya’nın peşini bırakamıyorum, ya da o ve Uluç/Kılıç Ali, benim peşimi bırakmıyorlar. Böyledir bu zanaat. Bir şey dikkatinizi çeker; bir kurcalamaya başlarsınız, çektikçe gelir, uzar da uzar. Kısa bir not, başlıbaşına bir köşe yazısına; bir köşe yazısı üç köşe yazısına; akademik bir makale bir kitaba dönüşür. Bir kitabın daha fazlasına evrilme ihtimali varsa, siz siz olun, gitmeyin o patikadan; çoğu zaman, tamamlanmamış bir projeye dönüşür.)

Osmanlı “kurumları”ndan söz ediyoruz (ya da Avrupa Ortaçağ “kurumları”ndan, Safevi “kurumları”ndan Hint Mughal “kurumları”ndan vb.). Timar babadan oğla geçmez, diyoruz örneğin; veya, devşirme usulünün amacının, tamamen köksüzleştirilmiş, toplumla hiçbir organik ilişkisi olmayan, dolayısıyla sultandan başka kimseye bağlılık duymayan bir hassa ordusu yaratmak olduğunu açıklıyoruz –ama bir durup düşünmüyoruz, pratikte de böyle mi diye.

Oysa her yer ve zamanda, hukuk bir mücadele alanı; dolayısıyla kanunların lâfzı ile hayatın kendisi arasında şu veya bu ölçüde bir açıklık söz konusu. Modernite öncesinde bu “sapma” payı daha da fazla. Onun için, timar ırsî değildir dendiğinde, bunu, devlet timarların ırsîleşmemesi için savaşıyor, diye anlamamız lâzım, ama irsîleşmiş timar yoktu ve olamazdı sanırsak, çok yanılırız. Keza, devşirmelerin de doğdukları çevreyle, “memleket”leriyle (natie) ilişkilerini hiç ama hiç korumadıklarını, ya da geçmişlerini gerçekten unutup yüzde yüz “Türk ve Müslüman” kesildiklerini tasavvur etmek saflık olur. Sokollu Mehmed Paşa’nın, adını hep taşıdığı Sokol’la ilişkisi kadar çarpıcı bir durumu, bize Uluç/Kılıç Ali sunuyor.

Evliya, Seyahatnâme’sinin İstanbul faslında, payitahtın camilerinden söz ederken geliyor, Kılıç Ali Paşa Camii ve dolayısıyla “Ali Paşa hikâyesi”ne. Özetle : Kaptan-ı derya Kılıç Ali Paşa’nın kendi adına yaptırdığı cami tamamlandığında (1580), bütün “vüzera ve vükelâ” ilk Cuma namazında camie toplanmış. Na’t-ı şerif, anlaşılan biraz ağdalı bir şekilde okunurken, Kılıç Ali birden ayağa fırlayıp na’thâna “Nedir bu gû gû gû veya kû kû kû ? Burası meyhane veya bozahane mi, nedir ?” diye bağırmış. Vezirler paşayı yatıştırmaya çalışmışlar : “Sultanım, bizim Hz. Peygamberi medhediyor.” Paşa üstelemiş : “Yani şimdi bu gû gû gû, bizim Muhammed Efendiyi övüyor, öyle mi ?” Öyledir sultanım, demişler. “Peki, ben kaç akçe gündelik yazmışım bu adama [bu camide na’t-ı şerif okuması için], bakın şu deftere.” On akçe sultanım. “Ya, bu minberden Murad Sultana [tahttaki III. Murad’ı (1574-97) kastediyor] övgüler okuyacak kişiye <[I>hünkârcı] kaç akçe gündelik yazmışım acaba ?” Kırk akçe sultanım. “Peki, hünkârcı mı büyük, bizim Hz. Muhammed Efendici mi büyük ?” Hazreti Muhammed büyüktür sultanım. “O zaman, bundan böyle Muhammed Efendi’nin gû gû gûcısı ile hünkârın gû gû gûcısının ikisine de kırkar akçe verilsin, gündelikleri bir Portekiz altını olsun.” Evliya bu “lâtife”ye Kılıç Ali’nin cömertliğini överek, (Hıristiyanlıktan geldiği halde) bu denli dindar bir “uluç âdemisi”ymiş diyerek son veriyor.

Hemen belirteyim ki bu, Osmanlı tarihçileri arasında bilinmeyen bir öykü değil. Örneğin Gülru Necipoğlu’nun The Age of Sinan (“Sinan ve Çağı” diye mi çevirmeli acaba ?) kitabının, Mimar Sinan’a atfedilen kaptanpaşa cami ve külliyeleriyle ilgili bölümünde, Kılıç Ali Paşa Camii de analiz edilirken, başkalarıyla birlikte bu anekdot da özetleniyor. İstanbul’da görev yapmış Contarini ve Morosini gibi Venedik bailo’larının Kılıç Ali hakkında verdiği bilgileri aktaran Necipoğlu, “Calabria milleti”nden olduğunu, okuma yazma bilmediğini, herşeyi forsalığı sayesinde öğrenmiş olmakla adetâ gurur duyduğunu kaydediyor (Reaktion Books, 2005, ss. 429-31). Konumuz açısından daha önemlisi, Calabria ile bağını hiç koparmayan paşanın, başka bir yığın İtalyan dönmesini de hizmetine aldığını; Kasımpaşa tersanesi civarında “Yeni Calabria” olarak bilinen bütün bir semt (casale) inşa ettirdiğini; burada kadırga yapımı ve diğer gemicilik zanaatlarının öğretildiğini; kalifiye işçi yetiştirildiğini; ayrıca Kılıç Ali’nin Calabria sahillerine büyük bir kale yaptırmaya da girişmişken İspanyol filosunun çıkagelmesi karşısında geri çekildiğini tek tek anlatıyor (kaynaklar : Contarini ve Gerlach).

Evliya’nın hikâyesi, Necipoğlu’nun dikkat çektiği “sonradan uydurulmuş” (fictitious) karakteriyle de olsa, bu ayrıntıları çok anlamlı bir tarzda tamamlıyor. Kılıç Ali’nin Dankoff anlamında “uluç”luğu (yontulmamışlığı, saray âdâbından uzaklığı) çok açık. Bayağı “kırık” bir Türkçe konuşuyor. Bazı sözcükleri hiç bilmiyor (ya Farsça söyleyici anlamında gûyende’yi gû gû gûcı’ya dönüştürüyor, ya da Evliya onu bir kelime oyununa kurban ediyor): gerçekten “hünkârcı” mı demiş, yoksa –daha beter bir gaf– “hünkârcık” mı demek istemiş, o bile belli değil; “Hazreti Peygamber Efendimiz”i Muhammed Efendi yapıyor; sanki ilk defa na’t dinliyormuş gibi, herşeyin kendisine izah edilmesi gerekiyor. Ve kimse, dinimize küfretti diye cellâda havale etmiyor.

Uluç/ Kılıç Ali bu sırada 80’inde olmalı. Herhalde altmış yıldır Müslüman ve (1548-49 Mehdiye, 1560 Cerbe, 1565 Malta, 1571 İnebahtı dahil) en az otuz küsur yıldır Osmanlı hizmetinde. Bilmem, “devletin sesi, toplumun gizleri” derken ne kastettiğimi anlatabiliyor muyum ?


 

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums