16 HAZİRAN 2013, PAZAR: SAAT 17-20 ARASI NİŞANTAŞI, VALİKONAĞI

  • 18.06.2013 00:00

 İstanbul'un başka neresinde, ne var; göstericiler ne yapıyor ve polis   ne yapıyor; kendi gözlerimle görmedikçe bilmiyorum. Evde kapalıyız.   Valikonağı caddesine yukarıdan, kuş bakışı bakıyoruz. Valikonağı'nın,   Nişantaşı kavşağından başlayarak aşağıya, Ihlamur inişine doğru uzanan   yaklaşık 200 metrelik kesimi ve yan sokakları üzerinde, saat kabaca   17-20 arasındaki bütün olaylar gözümüzün önünde, ayaklarımızın altında   cereyan etti. Ben sadece iki üç saat boyunca burada gördüklerimi   yazıyorum.

 

Öğleden sonra 16 sularından itibaren, aşağıdan, Ihlamur ve/ya   Teşvikiye tarafından gelen eylemciler, yan sokaklardan çıkarak hemen   altımızda, Valikonağı üzerinde toplanmaya başladı. Polis ise tam   Nişantaşı kavşağında barikat kurmuş bekliyordu. Bu arada, Teşvikiye   caddesi üzerinde, Teşvikiye Camii tarafından gelen kalabalık   protestocu grupları, polis grubunun önünden sloganlar atarak geçtiler   ve hiçbir müdahale olmadı; herhalde Osmanbey'e çıkıp ya Taksim yönüne   yürümüş, ya da sağa dönüp ara sokaklardan geçerek gene Valikonağı'nın   alt tarafına gelmiş ve bizim önümüzdeki kalabalığa katılmış olmalılar.

 

Her halükârda, saat 17 dolayında belirgin bir kalabalıklaşma oldu;   Teşvikiye yönünün arka sokaklarından, yüzlerce insan gelmeye başladı.   20'lerinde, en fazla 25 yaşlarındaydılar. Büyük çoğunluğu sarı-beyaz   baretli ve beyaz kumaş "hastane tipi" gaz maskeli, en önde giden 20-25   kişi de ciddi, hi-tech gaz maskeliydi. Bazılarının beraberinde, ilk   başta ne olduğunu anlamadığımız, ama daha sonra içinden gaz   fişeklerini söndürmeye yarayan su bidonları çıkacak olan çuval veya   torbalar vardı. Başka hemen hiçbir örgüt bayrağı veya flaması yokken,   bir tek SODAP (Sosyalist Dayanışma Platformu) bayrakları ve SODAP   yelekli (sonradan "sapancı" olduğunu anlayacağımız, nitekim   kendilerine öyle hitap edilen) kişiler -- ve tabii bir de tek tük Türk   ve/ya Atatürk bayrakları göze çarpıyordu. Önde giden o 20-25, belki   30-40 kişinin bütün davranışları ve beden dilinden, belirli bir   "liderlik" konumunda oldukları belliydi. Daha arkadan gelen asıl büyük   kitle ise, daha genç, daha az özgüvenli, isterseniz daha az "kabadayı"   deyin, daha sıradan bir 20-25 yaş üniversite gençliği kitlesinden   oluşuyordu.

 

Geldiler, biriktiler, sıklaştılar ve Nişantaşı dörtyol ağzına kadar   yürüyüp, oradaki polis barikatının dibine kadar girdiler. Belki 2000   kadardılar. "Bu daha başlangıç, mücadeleye devam" sözleriyle, 15   Haziran sabahı saat 10 açıklamasından sloganlar atıyorlardı. Polisle   burun buruna geldiler; bulunduğumuz yerden, en ön safta, polisle göğüs   göğüse temas halinde olanlar arasında ne olduğunu göremiyordum. Derken   polis biber gazı atmaya başladı. Belki 7-8 el attılar (öyle yüzlerce,   binlerce filan değil; üç saatlik bütün "çatışma" boyunca, hep saydım;   toplam belki 10-15 sefer olmak üzere, her seferinde polisin 10'dan   fazla fişek sıktığını görmedim). Bu ilk 7-8 fişeklik salvo üzerine,   bütün o, en fazla 2000 kişi diye tahmin ettiğim kalabalık 100-150   metre geriye kaçıştı ve yan sokaklara girdi. Böylece Valikonağı   caddesinin Nişantaşı barikatının önündeki 100 metre kadarlık kesimi   boşalmış oldu.

 

Asıl bundan sonra, olayların ilginç bölümü başladı. Büyük kitle,   kaçıştığı yan sokaklardan bir daha çıkmadı ve oradaydıysa bile,   görünmez oldu. Görünen, başından beri 25-30 gibi tahmin ettiğim;   tavırları, jestleri ve kumanda edici beden dillerinden "liderlik" diye   tarif ettiğim kesimdi. Yan sokak ağızlarına girdiler ve köşelerden   bakıp, ilk başta 75-100 metre mesafeden, polisi kollamaya koyuldular.   Zaman zaman çıkıp taş atıyor ve sonra geri kaçıyor; polisin zaman   zaman attığı gaz fişeklerini ya tutup geri atıyor, ya da su   bidonlarına atıp üstünü bezlerle kapatarak söndürüyorlardı. Bir süre   sonra, Nişantaşı kavşağına bakan istikamette yolun sol tarafındaki   ikinci sokaktan, bir grup büyük inşaat demirleri ve kalaslarla gelmeye   başladı. Herhalde bunları, o sokaktaki bildiğimiz bir inşaattan   almışlardı. Bunlarla, herhalde polis hattına yakın bir noktada (nasıl   olacaktıysa) bir barikat kurmaya niyetliymişler gibi, caddeden dümdüz   Nişantaşı kavşağına doğru yürümeye başladılar; 40-50 metre kala polis   tekrar 2-3 gaz fişeği attı ve kalaslarla demirleri oracıkta bırakıp   geri kaçıştılar.

 

 Bir sonraki aşamada, bu sefer cadde üzerindeki bir başka inşaat   alanını kapatan metal levhaları söktüler ve bunları kalkan gibi   kullanarak adım adım polise doğru ilerlemeyi denediler. 5-10 metre   ilerlerken ikide bir geriye dönüp "sapancılar gelsin, sapancılar   buraya" diye bağırıyorlardı. Nitekim arkadan SODAP yelekli birkaç   "sapancı" geldi ve sapanlarıyla polise, yelek ceplerinden   çıkardıkları, bilye olduğunu sandığımız küçük objeleri atmaya   koyuldular. Polis tekrar 2-3 fişek attı ve geri kaçtılar; bir daha da   ilerlemeyi denemediler. Buna karşılık, Nişantaşı kavşağına doğru   solda, sondan ikinci (Atlas Kasabının olduğu, neredeyse Nişantaşı   Marketin karşısına düşen) sokaktan, tekrar kalaslar, inşaat demirleri,   nereden söktükleri belli olmayan suntalar ve büyük bir plastik çöp   konteynırıyla gelip, derme çatma bir barikat kurmaya giriştiler. Nasıl   kuracaklarını bile bilmiyorlardı ve neye yarayacağı da hiç belli   değildi ama, gene de yanyana yığıp en fazla 70-75 santim yüksekliğinde   gevşek bir yığın oluşturuyorlardı işte. Bir de, yanlarında   getirdikleri büyük bir zincir vardı; bunu da barikatın önünde, yolun   iki tarafındaki iki direğe bağladılar. Arkaya doğru iki saf halinde   dizilip, elden ele kaldırım onarımı için getirilmiş taşları da   geçirerek barikata rastgele yığıyorlardı.

 

Bu derme çatma siperin ardında durmuş, hep aynı 5-6 kişilik, baretli   ve gaz maskeli grup, sapanlarıyla bilye atmaya ve aynı zamanda,   "hepiniz orospu çocuğusunuz" ve "gelin de hepinizin a...'nı s...lim"   gibi şeyler bağırmaya başladılar. Zaten bu noktada cinsel küfürlerden   başka slogan kalmamış gibiydi. Dahası, hep aynı 25-20 kişilik "lider"   veya "militan" grubunun mensupları, zaman zaman cadde üzerinde polise   doğru yürüyerek kollarını açıyor, "gel, gel" diye bağırırken elleriyle   de aynı şekilde "gel, gel" işareti yapıyor, ya da daha müstehcen   el-kol hareketlerine başvuruyordu. Bu "lider" veya "kabadayı" kesimden   birinin, polise doğru bütün bedenini kullanarak "kanırtma" veya   "geçirme" diye tarif edilebilecek hareketler yaptığını; bir   başkasının, inşaat demirlerinden birini yerden alıp kasıklarının   arasına sokarak diyagonal vaziyette tutup, demirden dev bir penisi   varmış gibi gene polislere doğru yürüdüğünü gördüm. Fenerbahçe forması   giymiş bir başkası ise cadde ortasında ancak "Fatih Ürek tipi" diye   tarif edebileceğim bir göbek dansı benzeri hareketler yapıyordu. Aynı   sıralarda, yan sokaklatrdan birinin ağzında ateş de yaktılar; civardan   söktükleri, topladıkları ne varsa üstüste yığıp tutuşturdular; cadde   üstünde bir ateş daha yakıp, bunlarla herhalde bir yangın havası   yaratmak istediler. Hemen her şey, polisi kızdırıp saldırtmak üzerine   kuruluydu.

 

Bunlar belki 10-15 dakika devam ederken, Nişantaşı kavşağına doğru   solda birinci sokaktan, besbelli Kedi Parkı'ndan sökülmüş olan banklar   taşınmaya başladı. Bazı bankları, beton temel ve ayaklarıyla birlikte   sökmüş ve o vaziyette, grup grup taşıyarak getiriyorlardı. Bunları   cadde üstüne dizmeye ve kavşaktaki polis kordonuna karşı ileri bir   mevzi halinde yanyana getirmeye başladılar. Oysa böyle yakın bir   barikata polisin izin vermeyeceği çok belliydi. Nitekim hemen 3-5 gaz   fişeği daha attılar; söz konusu 10-15 "lider" veya "militan" da   kaçıştı ve bunun üzerine polisler, ilk defa Nişantaşı kavşağındaki   mevzilerinden çıkarak Valikonağı'na girip ilerlemeye koyuldular.   Yanyana dizilmiş park banklarına geldiler ve kenara ittiler; hemen   ardından, kavşakta bekleyen TOMA da ilk defa caddeye girdi ve   ilerleyip zincirin üzerinden geçti; o ikinci, entepüften barikatı da   dağıttı ve bu, daha hiç su sıkmadan, geriye kalmış bütün küçük grubun   da yan sokaklardan iyice içerilere kaçması anlamına geldi. Ardından,   önde 15-20 polis Nişantaşı market sokağının hizasına, bir 20-30 polis   de kavşaktan önceki son sokağın hizasına gelip mevzilendi. Bu da,   arkalarında mezbeleye dönmüş bir semt bırakan protestocuların   uzaklaşmasıyla birlikte, bütün eylemin, çatışmanın sonu demek oldu.

 

 Saatime baktım: çatışma 17:30'da başlamışken, şimdi 19:20 olmuştu.   Gözlemlerimi net özetleyeyim. (1) Polisin bütün mevzilenişi, kimseyi   Nişantaşı kavşağının ötesine geçirmemek, Taksim'e ilerlemelerine   olanak vermemek üzerineydi. (2) Polisin, protestocuların fazla   ilerlemesini önlemek için zaman zaman gaz fişeği atmak dışında bir güç   kullanmama talimatı aldığı çok açıktı ve nitekim öyle de davrandılar.   Benim görüş alanım dahilinde, cop kullanmadılar, kimseye başka şekilde   de vurmadılar, kimseyi gözaltına almadılar. Hatta yan sokaklardan   birisi üzerlerine yürüdüğü ve küfrederek itip vurmaya kalkıştığında   bile, sadece geri itmekle yetindiler; hiçbir karşılık vermediler. Oysa   o kişinin yaptıkları (veya karşı apartımandan bir hanımın ettiği,   kızımı "baba, Nişantaşı'nda Atatürkçü olmayan herhalde bir tek biz   varız" demeye sevkeden küfürler) derhal tutuklanmalarına yeterdi de   artardı bile.

(3) Ben Gezi Parkı direnişinin başından değil, ilk haftasından da   değil, bugününden, 15-16 Haziran'ından bahsediyorum. BU ÖLÇÜLER   İÇİNDE, aşikâr olan, bütün saldırganlık ve şiddet insiyatifinin   eylemcilerden geldiğiydi. Artık Taksim'e ulaşmak ve tekrar işgal etmek   diye bir umutları da yoktu; sadece ve sadece, nerede ve ne ölçüde   olursa olsun polisle çatışmak istiyorlardı. Belki bir kısmı için bu,   AKP'yi devirmek gibi bir hedefe bağlıydı; bir kısmı içinse, kendini   (1848 veya 1870-71 misali) "barikatlardaki bir özgürlük savaşçısı"   gibi hissetme arzusundan kaynaklanıyordu. Ama ortada somut, anlamlı ve   ulaşılabilir hiçbir siyasi hedefin kalmadığı ve eylem için eylem,   çatışmak için çatışmak arzusunun öne çıktığı son derece belirgindi.   İsteyen, "bu Cumhuriyet tarihin en kitlesel eylemidir" diye yazıp   dursun. Belki gerçek olan, bu gençlerin kendilerini öyle bir "tarihsel   ân ve aksiyon" içinde hissetme özlemidir. Elle tutulur olan şu ki,   sokağa yalnızca hırslanmış bir öfke ve nefret ile belki bir   kahramanlık ve macera hissi hükmediyordu.

 

Biliyorum ki bunları çıkıp söylemem ve yazmam, şimdi gene bir tepki   dalgasına yol açacaktır. Aldırmıyorum. Ben bıktım artık. Bir solcu ve   bir demokrat olarak, on yıllardır sol adına söylenen yalanlardan   bıktım. "Kol kırılır yen içinde" anlayışından bıktım. Bütün oportünist   faydacılıklardan bıktım. Geçmişte ve bugün, benim kendi kuşağımda ve   şimdi kuşaklarda, maksimalist boyölçüşmeci, saldırgan ve şiddet   kullanan kesimlere "masum gençlerdir" veya "barışçıl protestoculardır"   veya "meşru savunma halindedirler" diye kol kanat germekten bıktım --   vakti zamanında bana ve bizlere kol kanat gerilmiş olmasından da,   şimdi başka gençlere kol kanat germeye çağrılıyor olmaktan da bıktım   ve utanıyorum. Günlerdir okuduğum "polisin inanılmaz vahşi   saldırıları" teranelerinin (ki yok böyle bir şey; polis   kullanabileceği şiddetin belki en fazla yüzde 10-15'ini kullanıyor)   yanı sıra, eylemcilerin şiddetinden zerrece bahsedilmemesinden bıktım   ve utanıyorum. Sürekli kriz ve sürekli çatışma mantığıyla her türlü   şiddeti davet edenlerin, sonra da "anne polis beni dövdü" havasıyla   himaye aramasından (ve bazılarının da solculuk gereği veya iktidar   düşmanlığı gereği onlara bu himayeyi sunmasından) da bıktım ve   utanıyorum.

 

Ben bu satırları yazarken Başbakan Erdoğan da Kazlıçeşme'de hep aynı   kibir ve nobranlığıyla konuşmuş; üstelik MHP'yi (veya tabanını) da   yanına almış; bir çeşit fiilî Milliyetçi Cephe oluşturmuş. Yapar,   yapmıştır. Tek el şaklamaz. Kim itti onu o noktaya? Krizi Erdoğan   başlattı; ikinci hafta boyunca sürdüren ve hele 15 Haziran Pazar   sabahından itibaren bu kutuplaşmayı özellikle davet eden de, ister   "sol" deyin, ister Taksim Dayanışması, ister protestocular-eylemciler,   işte onlar oldu. Hükümet demokrat olsun; peki. Ya muhalefet? Acı olan şu ki, Türkiye'de   önce muhalefet (ve sol) demokrat olmayı ve dürüst olmayı ve namuslu   olmayı öğrenmedikçe, iktidarı ve bütün toplumu demokratlaştıramaz. 

http://kuyerel.org/yazarlarimizYaziGoster.aspx?id=1318&yazarId=101#.Ub6YVJivFDA.gmail

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums