- 9.03.2013 00:00
1917 Ekim Devrimi, zamanında ve daha epey bir süre, Marksizmin Leninist yorumunun haklılığı gibi yorumlandı. Tarih kesin hükmünü vermişti ve bunun artık değiştirilmesi teklif bile edilemezdi.
19. yüzyılda sosyal demokratlık, sosyalistlik ve komünistlik hep aynı siyasal duruşu anlatıyordu. 1917-20 eşiğine gelindiğinde ise sosyal demokrat ve sosyalist sözcükleri ihanetle kirlenmiş sayıldı; bir tek komünizm tertemiz ve kıpkızıl kaldı. İkinci Enternasyonal terk edildi ve yerine, “21 Koşul”un demir cenderesindeki Komintern kuruldu.
Tarihin yargıları hep değişiyor, hayat revizyonizmi kaçınılmaz kılıyor
Bu hengâmede kimi kişilikler de okkanın altına gitti. Yeni paradigma kahramanlarını Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’lerden seçerken, Kautsky, Bernstein ve Martov’lar dönek olarak etiketlendi. Hele Eduard Bernstein, ben ve benim neslim dâhil, herhalde tek sözcüğünü okumamış binlerce yeniyetme genç tarafından nihilistçe horlandı; Kautsky’den de fazla, “revizyonizm”le bir tutuldu.
Ne ki, tarih aslında olmuş bitmiş, paketlenmiş ve rafa kaldırılmış bir şey değil; tersine, pozitivist ve ampirisist yüzeyselliğe karşı 1960’lardaki What is History’siyle (Tarih Nedir) E. H. Carr’ın gösterdiği gibi, bugün ile geçmiş arasında sürekli bir diyalog. Bu, zaman içinde (t, t+1, t+2 ... t+n) noktalarında yaşayan tarihçinin, önündeki veriler ve dolayısıyla zihinsel ufku değiştikçe, bunlardan esinlenerek geçmişe dair sorduğu soru ve verdiği cevapların da habire değişmesi anlamına geliyor.
“Revize edilemez ilkeler”in dogmalaşması kaçınılmazdı
Özetle, temyizsiz yargılar, teoriler ve ilkeler diye bir şey yok ve diyalektiğin kendisine göre de, revizyonizm yasaklanamaz. Ne ki, Marx’ın fikirleri bir düşünme ve analiz yöntemi olmaktan çıkıp bir “izm”e dönüştükçe, her ideolojinin kaderine uğradı; Engels’in, “Hegel’in yöntemi ile sistemi arasındaki çelişki” konusunda yazdıkları, Marksizm için de aynen geçerli oluverdi.
Bu süreçte, Marksizmde, Leninizmde ve Leninizmin (Stalinizm, Maoizm gibi) varyantlarında büyük bir revizyonizm korkusu doğdu. Bir yandan, hayat değiştikçe Marksizm de elbet değişir denip, güya dogmatizme karşı yeterli önlem alındı. Öte yandan, “Marksizmin temel ilkeleri değiştirilemez” (ve değiştirilmek istenirse bu revizyonizm olur) gibi ifadelerle, tarihin akışı karşısında her nasılsa hiç değişmeyebilecek bir “temel ilkeler” nosyonu gene de tahkim edildi. Son tahlilde dogmatizm kazandı; her şeyin tarihsel tarih içinde başlı ve sonlu olduğunu ilân eden Marksizmin kendisi, başlı ve sonlu olmaktan çıkarıldı, ebedîleştirildi, tarih dışı bir inanca indirgendi.
“Kapitalizmin haksızlıkları sürdüğüne göre sosyalizm de el’an geçerlidir” diye özetlenebilecek her yaklaşım, bu tarih dışılık tuzağına düşmeye mahkûmdur. Ona ayrıca geleceğim. Şimdilik bana şu kadarı yeterli: 1960’lardan itibaren “klasikler”e ve Komintern Marksizmine bağlılıkla birlikte bu revizyonizm korkusu da Türkiye’ye geldi ve solu içerden çürüten bir etken oldu. Oysa hayat, revizyonizm demek. Sosyalizmin ve Marksizmin kendi tarihi, bunun en açık kanıtını sunuyor.
Sosyalizmin çöküşü, “tek yol devrim”in sorgulanmasını da beraberinde getirdi
Çünkü bakın, 80’lerin sonlarında SSCB ve Doğu Avrupa “halk demokrasileri” çöktü; Çin ise ekonomik anlamda sosyalizmi (veya “sosyalist üretim tarzı”nı) terk edip, “sosyalist politik sistem” diye sadece tek-parti diktatörlüğünü korurken, bu koşulla kapitalist piyasa ekonomisini benimsedi. Böylece (a) sosyalizmin mevcut (kapitalist) üretim ilişkilerini iradî bir müdaheleyle kökten değiştirme iddiası; (b) kapitalizme üstünlük iddiası; (c) tarihin akış yönünde kapitalizmden sonra yer alma, yani kapitalizme göre bir ilerlemeyi temsil etme iddiası kalmadı. Aslında bu, kim kabul etmezse etmesin, maddî bir realite olarak sosyalizmin ve sosyalizm tarihî döneminin sona ermesi demekti.
Fakat iş bununla kalmadı; sosyalizme ilişkin yargıların altüst olması, sosyalist devrimin ve genel olarak devrimlerin, bizatihî devrim fikri ve “tek yol devrim” güveninin sorgulanmasına da yol açtı. Ekim Devrimi, Marksizmin çıkageleceğini haber verdiği işçi sınıfı devriminin ta kendisi miydi gerçekten? Ve hani bu çağın artık geri dönüşü yoktu? Hani devrim, tedricî reformlar çizgisine oranla toplumsal gelişme için daha hızlı ve ferah bir yol açacaktı? İnsanlığı demokrasinin en iyisi ve ilerisine kavuşturacaktı? Devrim ânında çekilen acılar geçici; sonuçta ödenen toplam bedel ise “eski düzen”in insanlara her gün çektirdiklerine kıyasla çok daha düşük olacaktı?
Bu ve benzeri sorular, tarihin illâ devrimlerle ilerleyeceğine; devrimlerin iyi, zorunlu, kaçınılmaz ve evrensel olduğuna hattâ “ilerleme” fikrinin kendisine ilişkin olanca teorik kurguyu alaşağı ve paramparça etti.
Yorum Yap