Nabi’ye notlar (2)

  • 23.04.2011 00:00

Hemen her türlü büyük gelenekte, zaman zaman içsel reform denemeleri ortaya çıkar. Köhne bir imparatorluk da söz konusu olabilir, bir tektanrıcı inanç sistemi de, din benzeri bir ideolojik akım da. Teamülün baskısı öyledir ki, yenilikçiler yapmak istediklerinin radikalliğini kamufle etmek ihtiyacını duyarlar. Tam da, toplumu ve kendilerini en fazla değiştirirken, geçmişin, atalarının manevî otoritesine de en fazla sığınıp (Marx, 18 Brumaire’in girişi), hiç bir şey değişmiyormuş; atılan adımlar zaten asırlardır mevcut örf ve âdete uygunmuş gibi yaparlar. Bazı içtihat kapılarının bu şekilde, çaktırmadan açılmasına, 1980’lerden bu yana sosyal bilimler terminolojisinde “geleneğin icadı” (the invention of tradition) diyoruz.

Osmanlı-Türk modernleşme serüveni, bu tür “icat edilmiş gelenek”lerle doludur. Bütün 19. yüzyıl reform belgeleri, örneğin, ıslahatın, garplılaşmanın, meclisin, meşveretin, giderek meşrutiyetin İslamiyete, şeriate, harsımıza (özetle, şu veya bu boyutuyla kültürümüze ve tabiatımıza) ne kadar uygun olduğunu savlar. Sonra aynı yoldan birinci ve ikinci nesil Türk modernist-miliyetçileri de geçer. Özellikle Kemalistler, hem “Türkün fıtrî hasletleri”ni, hem de “güzel dinimizin cahil hoca takımından ve bâtıl inançlardan kurtarılıp hakikî çehresine kavuşturulması”nı, yeni baştan ve kendilerine göre kurgularlar.

Günümüzde İslâm âlemi tekrar çalkantı içinde. Filistin sorununun çözümsüzlüğü ve ABD neo-con’luğunun Irak’ta yarattığı felâket, militan cihadizmi güçlendirdi. Buna karşı pek çok İslâm âlimi de Kuran’da ve hadislerde daha barışçı bir Müslümanlığın dayanaklarını arıyor. Ayrıca Türkiye’de, AKP tabanında ve etrafında, Etyen Mahçupyan’ın dikkat çektiği bir “aşağıdan yukarı sekülerleşme” de söz konusu. Açıkçası, İslâmiyet öyle bir defa değil, defalarca modernite ile karşı karşıya geliyor ve her seferinde yeni uzlaşmalar bulunmaya çalışılıyor. Ve bu tür her deneme “gerçek İslâm öyle değil böyledir” söylemiyle elele gidiyor.

1960’lar ve 70’lerde Sol, kendi Leninist anti-emperyalizmine Atatürkçülüğü kalkan yapmak istedi. “Tam bağımsız, demokratik Türkiye” sosyalist ve Kemalistlerin ortak özlemi olarak sunuldu. Bu uğurda Mustafa Kemal’in kendisi, “istiklâl-i tam” sloganı ve Millî Mücadele, öyle bir retrospektif Marksist kolonizasyona tâbi tutuldu ki, 1919-22 savaşı “ulusal kurtuluş mücadelesi” olarak yeniden adlandırıldı. “Gerçek Atatürkçü”lüğü tutarlı bir anti-emperyalizmin belirlediği vurgulandı.

Bütün bunlar illâ bilimsel, tarihsel doğrular değildi; siyasî pragmatizmden kaynaklanan faydacı “geleneğin icadı” denemeleriydi. Ve gene de öyledir. Şu veya bu büyük geleneği yeniden yorumlama mücadelesinde, yenilik yanlılarının kendilerini “gerçek” Osmanlı veya İslâm veya Atatürkçülük olarak tanıtmalarını, taktik planda anlayabilirim. Ama tarih bunu kaldırmaz. Ben bir tarihçi olarak bunu böyle kabullenemem, anlatamam. Farklı akımların değişik Osmanlı (imparatorluk geleneği) veya İslâm veya Atatürkçülük yorumlarından birini seçip, tarihçilik adına “işte gerçeği budur” diye yutturmaya kalkışamam.

Aynı şeyler Marksizm için de geçerli. Çeşit çeşit Müslümanlık ve Atatürkçülükler olduğu gibi, çeşit çeşit Marksizm yorumları da 150 yıldır mevcut. Hazreti Muhammed ve Mustafa Kemal gibi Marx da öyle bir kaynak ve manevî otorite ki, herkes Marx’ta görmek istediğini görüyor, görmek istemediğini görmüyor. Çünkü Marx’ın düşüncesi, yani 19. yüzyıldaki şekliyle dahi (klasik) Marksizm, (uzun süre inanmak istediğimizin aksine) saf ve tutarlı bir sentez değil. Farklı ve çelişkili düşünsel mirasların eklemlenmesinden oluşuyor. Aydınlanma’dan müdevver bir rasyonalizm de var içinde, bunun tam zıddı olan bir tarihsicilik de (historicism, historismus). Eşitsizlik, zulüm ve sömürüye karşı ahlâkî bir feryat, vicdanî bir isyan çağrısı da var, tarihî determinizmi fetişleştiren, “tarihî kanuniyet”lere karşı durulamayacağını ilân eden bir bilimcilik de (scientism). İdeolojinin eleştirisi de var, kendi “bilim”inin de alt tarafı bir ideoloji olduğunu göremeyiş de. Özgürlük özlemi de var, “soyut özgürlüğün” horlanması da. Sonuçta, demokrasi talebi de var, siyasal şiddetin ve diktatörlüğün çekiciliği de.

Onun için, tıpkı İslâm âlimlerinin Kuran’da ve hadislerde, ya da Atatürkçülerin Nutuk’ta veya diğer Söylev ve Demeçler’de istedikleri hemen herşeyi bulabilmeleri gibi, Marx’ta da isteyen istediği alıntıyı bulabilir aslında. Özel ilgi alanımdan bir örnek vereyim : kapitalizm öncesi üretim tarzları ve toplum biçimleri; bu meyanda, 1960’lar ve 70’lerin feodalizm mi, Asya Üretim Tarzı mı tartışmaları. İmdi, Alman İdeolojisi’nde de vardır bu konu, Grundrisse’in Formen bölümünde de, Marx’ın Hindistan makalelerinde de, Engels’le yazışmalarında da, Kapital’in birinci ve sonra üçüncü cildinde de. Bazı yerlerde, dönemin akademik ortaçağ tarihçilerinden farksız (dar teknik) bir serflik ve feodalizm anlayışına sahiptir Marx; başka bazı yerlerde ise, daha geniş, evrenselci bir teorik perspektife. Bazı yerlerde Doğu toplumlarına AÜT diye bakar, bazı yerlerde feodal diye.

Hangisi “gerçek Marx”tır bu durumda ? Tabii her ikisi de. Kendi payıma, Kapital III’ün toprak rantıyla ilgili (Genesis of Ground-Rent) bölümündeki geniş yorumu tercih edebilirim. O zaman, bence (benim, günümüzün en ileri ortaçağ tarihçiliği temelinde bildiklerime göre) bu doğru, diğerleri yanlıştır. Ama bunu apaçık söylemeliyim. “Marx’ın doğru okunuşu” veya “gerçek Marx” lâflarının ardına gizlenmeden.
 

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums