Hâlâ tatilden (5) Münih’te bir müze sohbeti

  • 7.02.2013 00:00

 Aylardır ilk defa, büyük bir stres yok üzerimde. Telâşsız uyanıyor, birkaç saat çalışıyor, sokaklarda geziyor, arada bir kahve molası veriyoruz. Ruhen, zihnen dinlendiğimi hissediyorum. (Fakat Türkiye ve/ya Türkiye’yle ilgili şeyler hep orada, pusuda bekliyor. Kilimanjaro’nun Karları’nda, bacağı kangren olan beyaz avcı Harry’ye, ölüm bir sırtlan kılığında gelir ve her seferinde biraz daha yaklaşır, uykuyla uyanıklık arasında. Onun gibi.)


Osmanlıya kör bir mimarlık tarihi sergisi

27 Ocak Pazar (müzelere indirimli giriş 1 Euro). Pinakothek der Moderne (Modern Sanat Galerisi): önce alt kattaki Der Architekt sergisi, tâ İlkçağ ve Mezopotamya’dan başlayıp, toplumsal konumları, imajları, teknikleri, malzemeleri, iddia ve ihtiraslarıyla mimarları gösteren. Bir salon sırf maket; bir salon sırf sesli-görüntülü yaşam öyküleri. Ortaçağ var; Palladio, Michelangelo ve Bramante var. Ama o Yüksek Rönesans’la zamandaş ve rakip Osmanlı, zayıf diyemeyeceğim, yok gibi. Tarihsel obje vitrinlerinde Sinan, tek bir TC banknotundaki tek bir cami görüntüsüne indirgenmiş. Tuhaf, çağdaş mimarlık tarihçiliğinin çok gerisinde bir sunum. Neden, bu alanın dünyadaki en önemli ismi Gülru Necipoğlu’na, olmadı bir öğrencisine vermemişler, anlamak mümkün değil.

Üst katta Picasso’lar, Matisse’ler, Leger’ler, Braque’lar, Max Beckmann’lar var, biliyoruz; ama yorulduk, kafeteryaya girelim dedik. Kalabalık; boş yer yok gibi. Hemen yanımıza orta yaşlı, şık bir Alman karı-koca geldi (orta yaşlı dediysem, bizim yaşlarımızda, yani uzayıp giden bir 50’ler – 60’lar aralığında herhalde). Kendileri kuyruğa girerken eşyalarına bakmamızı rica ettiler ve biz İngilizce cevap verince, tabii Alman olmadığımız ortaya çıktı. Gittiler, döndüler; sohbet tekrar başladı ve ilk nezaket cümlelerinin ardından, kaçınılmaz soru geldi: Peki nerelisiniz? İstanbul deyince de hemen otomatiğe bağlanmış, düşüncesiz bir karşılık: Ama İngilizceniz çok iyi, nasıl olabilir?!

Hayret, sizinki de fena değil diyecektim, zor tuttum kendimi oysa yıllar önce Floransa’da, Fiesole’deki bir konferansta hiç tutamayıp, üstelik Akdeniz gemiciliği ve korsanlığı gibi çok merak ettiğim bir alanın uzmanı olan bir profesör hanıma “Ben de sizin bir İspanyol olarak İngilizcenize ve öğreniminize şaştım doğrusu” diye karşılık vermiştim de, profesyonel ilişkimiz başlamadan son bulmuş, ben de asıl soramadığım sorularla kalakalmıştım. Bu sefer “eh işte, idare ediyoruz” gibi bir şeyler geveledikse de asıl Oryantalizm yağmurundan kurtulamadık. İzleyen dakikalarda tahmin edebileceğiniz bütün kalıpyargılar peşpeşe geldi: Neydi Erdoğan’ın neo-Osmanlıcı hayalleri? İslâmcı bir yayılma peşinde miydi? Türkiye şeriatla mı yönetiliyordu? İslâmcı bir diktatörlük mü söz konusuydu? Basın üzerinde “benzersiz” bir baskı kurulması başka ne anlama gelebilirdi?


Bir paradoks: Batı karşıtı ulusalcılığın en kötü Avrupa-merkezciliğe seslenişi

Velhasıl bir, Ergenekoncu propagandanın hemen bütün iddialarını sayıp döktüler ve iki, bu dezenformasyonun Batı kamuoyu üzerinde ne kadar etkili olduğu bir kere daha ortaya çıktı. Çünkü üç, bu sadece “merkez medya”nın başarısı değil. Onların söyledikleri, Amerika ve Avrupa’nın (bizimle konuşan çift gibi) müreffeh orta sınıf muhafazakârlarının zaten duymak istedikleri. Samuel Huntington’ın “medeniyetler çatışması” ve “bir sonraki düşman İslâmiyet” tezlerine baştan inanmış (ya da Huntington onların önyargılarını alıp tez niyetine sunmuş) gibiler. İslâmcı terör, İslâmofaşizm bunlar hiç nüanssız, yüzde yüz ve yekpare gerçek. Müslümanlar dinî-ideolojik sınırın öbür yakasında (ve öyle kalmalı). Bunun için de Türkiye’ye laiklik ve aydınlanma getirip İslâmı kamusal alan dışına iten Atatürk(çülük)le ittifak zorunlu.

Dolayısıyla dört, biz, yani Tülay ve ben, Batı’nın arzuladığı Türkiye çehresine hem benziyor hem benzemiyoruz; (benim mutad kılıksızlığıma karşın) aşikâr ki medenî olmasına medenîyiz ve hiçbir (İslâmî) dindarlık belirtisi vermiyoruz da, verdiğimiz cevaplar AKP’yi aklamasa bile tamı tamına bize düşenler değil. CHP’li (ve meselâ Birgül Ayman Güler gibi proflar) olsak, rahat edecekler.

Beş, bu kadar “din korkusu” karşısında gene dilimin ucuna geliyor ama bu tesadüfî buluşmayı uzatmamak için telâffuz edemiyorum bir türlü: Tencere dibin kara, seninki benden kara havasına girecek değilim elbet. Lâkin ben yüzde yüz laikim de, siz o kadar laik misiniz acaba? Yunanistan laik mi örneğin? Soğuk Savaş muhafazakârlığının belkemiği olan Hıristiyan Demokratlar? Bavyera’yı 1945’ten beri yöneten Hıristiyan Sosyal Birliği?

İşte bir paradoks daha. Türkiye’nin AB üyeliği için en güçlü argümanlardan biri, Batı’yı daha tam laikleştireceği ve demokratlaştıracağı olabilir mi?

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums