- 20.11.2015 00:00
DAHA en baştan şunu söyleyeyim:
Bugün ve yarın yazacaklarım ne solcu ve ulusalcı salçaya bulanmış yalan retoriğine; ne siyaseten doğrucu körlüğün ikiyüzlü riyakârlığına; ne de stadyumdaki saygı duruşunda tekbir getirmeye ve ıslık çalmaya götüren dinci- milliyetçi kültürün nefret lügatine uygun düşecek.
Vız gelir, tırıs geçer!
İsa’ya veya Musa’ya yaranmakla değil inandığım gerçeği ifade etmekle yükümlüyüm.
***
İMDİİ, ah şöyle bir punduna getirsek de İslam aidiyetli ve Avrupa menşeli beş Cihatçıya aynı İslam’ın yine beş olan şartını sorsak…
Şayet o beşinden yalnız tek bir tanesi tam sayabilirse öpüp başınıza koyun!
İşte son Paris katliamı da dâhil, Batı’da yaşayan Müslüman kökenlilerin aktör ve fail olduğu tedhiş olaylarında işin özü budur!
***
BUDUR, çünkü yukarıdakilerin ezici çoğunluğu daha düne kadar eroin batırmaktan, esrar satmaktan, hırsızlık yapmaktan, adam bıçaklamaktan başka hiçbir şeyle iştigal etmediler.
Dolayısıyla değil camide secdeye alın koymayı, çok muhtemelen kelime-i şahadet getirmeyi bile bilmezler.
Yani aslında dinle, imanla, şeriatla en ufak bir ilgileri yoktur ve olmamıştır.
Şu anda geldikleri yer ise hem toplumsal ve kültürel bir kopuşun, hem de varoluşsal bir ruhi kaosun cinnet tezahüründen başka bir şey değildir ki, konuya sonradan geleceğim.
***
BU sosyal kesimi modern tarihte ilk kez ortaya çıkan yeni tür bir lümpen proletarya olarak değerlendirmek gerekiyor.
Belki belki, Weimar Cumhuriyeti’nde bir ara gerek Alman Komünist, gerekse Nazi partilerinin vurucu güç olarak kullandığı küçük gangsterlerle, muhabbet tellallarıyla, dalavere tacirleriyle falan bir benzerlik kurulabilir. Fakat aslında böyle bir analoji de yüzeysel kalır.
Zira en önce, atmışlı yıllardan itibaren Avrupa’ya yerleşmiş Müslüman göçmenlerin ikinci ve bilhassa üçüncü kuşak çocuklarından oluşan yukarıdaki tabaka sayıca çok fazladır.
Nicelik itibariyle eski ayaktakımıyla kıyaslanmayacak bir rakama tekabül ediyor.
Daha da önemlisi, yerlilerle aynı etnik, dinî ve kültürel aidiyeti paylaşmadıkları için o lümpen kimliğine bir de tüm bunların bileşkesinden oluşan bir “ötekilik” faktörü ekleniyor.
Gelişmenin kırk yıllık evrimi dâhil, upuzun yıllar yaşadığım Batı’da durumu bizzat ve objektif bir gözlemci olarak fiilen izledim. Artı, kitabi olarak da hakikaten ciltler devirdim.
Ve bütün bunların nihayetin de hanidir varmış olduğum sonuç şudur:
***
İŞİN şimdiki raddeye varmasında evsahiplerinin, yani Batılıların tabii ki kusuru var!
Ama onlar “suçlu” falan değiller! Kasti ve iradi bir gaye gütmediler.
Buna karşılık, sıfatı illâ “suçlu” derecesine vardırmasak bile misafirler, yani İslam din ve kültürüne ait göçmenler kusurun da ötesinde, kabahatlidirler!
Kabul, bu kabahatin bir bölümü Batı’nın o kusurundan bağımsız düşünülemez.
Ama sözkonusu kusur, yerli- yabancı solumtırakların, ulusalcıların, siyaset doğrucuların ve tabii ki dincilerin öyle bol keseden attığı gibi, Hıristiyan Batı’nın Müslüman kökenli göçmenleri aşağılamasından, dışlamasından, ötekileştirmesinden; yahut kapitalizmin onları diğerlerinden daha fazla sömürmesinden, ezmesinden, horlamasından kaynaklanmıyor.
Tam tersine, evsahiplerinin bizzat kendi ev kurallarını dahi şımarık, çığırtkan ve bilhassa da istismarcı misafirlere empoze etmeyecek kadar müsamahakâr, lakayt ve alarga davranmış olmalarından kaynaklanıyor ki, konuya yarın geleceğim.
hadiuluengin@taraf.com.tr
Yorum Yap