- 7.01.2015 00:00
ÇARŞAMBA günkü yazımda AKP’nin ve bilhassa Recep Tayyip Erdoğan’ın 1 Kasım zaferini “derin Türkiye”nin tercihiyle açıklamıştım.
İktidar partisinin tabanını ve ona kayan MHP seçmenini kastediyorum…
Kültürel ve politik açıdan muhafazakâr, mütedeyyin ve milliyetçi; coğrafi ve sosyolojik açıdan ise taşra kökenli paydalarda buluşan bu seçmen kitlesi toplumun üçte ikisini oluşturuyor.
Kaba hesap söyledim, hadi bilemediniz bir nebze altında kalıyor diyelim…
***
AMERİKA’yı tekrar keşfetmenin âlemi yok… Yukarıdaki olgu yeni bir şey değil!
Oy atılan kurumların tabela değişikliğine rağmen nesnel tablo ezelden beri böyleydi.
Nitekim Terakkiperver Cumhuriyet ve Serbest Fırka açılımlarına kadar uzanabiliriz…
Zaten de bu geleneksel oturmuşluktan dolayıdır ki “derin” tabiri sözkonusu Türkiye’yi tanımlamak için en uygun sıfatı oluşturuyor.
Tabii ki bir de, yine aşağı yukarı üçte bire denk gelen “diğer Türkiye” var!
***
DİKKAT ettiyseniz “derin” sıfatının zıddı olabilecek “sathî” kelimesini kullanmadım.
Nötr bir “diğer” ifadesini tercih ediyorum.
Gerçi aynı kesimin iç bünyesinde bu tür “yüzeysel” katmanlar da yok değil…
Ama her hâlükârda üçte bir azınlık hiçbir yerde ve hiçbir zaman, içinde mecazi çağrışımlar da barındıran o “yüzeysel” veya “sathî” sözcüklerine indirgenemez.
***
SÖZKONUSU “diğer Türkiye”yi “derin Türkiye”den farklı kılan temel en özellikler arasında, birincinin ikincisi kadar homojen bir yapı sunmaması yer alıyor.
Çünkü, yine kaba hesap şehirli modernleri, Alevi kitleleri ve Kürt seçmenlerin de kısmî bir bölümünü kapsayan bu “diğer Türkiye” mensuplarının aslında tek ortak paydası var:
Onu da, elastiki ve izafi olmak kaydıyla, laik hayat tarzı endişesi oluşturuyor.
Buna karşılık, demokrasi etiği ve ilkeleri açısından bakıldığında “diğer Türkiye”nin “derin Türkiye”den ne daha ileride, ne de daha geride olduğunu söyleyebiliriz.
Nasıl ki “derin Türkiye” bünyesinde muhafazakârlığı gericiliğe, mütedeyyinliği yobazlığa, milliyetçiliği de ırkçılığa dönüştürmüş kesimin demokrat ve çoğulcu değerlerle hiç alakası yoktur; aynı şekilde, “diğer Türkiye” yelpazesinde yer alan Beyaz Türk fosillerin, laikperest nobranların ve ulusalcı faşistlerin de bu değerlerle zerre kadar ilgisi kalmamıştır.
Olanları ise oran itibariyle birincide de, ikincide de aşağı yukarı eşittir!
***
ÖTE yandan, sayısal azınlık zaten bir yana, “diğer Türkiye”nin “derin Türkiye”de çok daha az hissedilen hayati bir zaafı var:
Gerçekçilik!
Zaten o “diğer Türkiye”nin özellikle “sathî” katmanlarında etkili olan ve ülkenin ne “derin”ini, ne “diğer”ini, ne de genelini okuyabilen bu gerçekçilik yoksunluğundan dolayıdır ki, 1 Kasım’daki AKP zaferi böylesine şok etkisi yaptı. Böylesine hayal kırıklığına yol açtı.
Zira aynı “diğer Türkiye” sırf başta çizdiğim sosyolojik tabloyu görmemekle kalmıyor.
Üstelik “derin Türkiye”nin de kendisi gibi yirmi dört saat twitter başında hop oturup hop kalktığını; aslında marjinal Gezi olaylarının toplumla bütünleştiğini; kitlelerin, on üç yıllık dönemde fersah fersah artmış refah seviyesini umursamadığını; yahut aynı kitlelerin yolsuzluk, rüşvet, kayırmacılık gibi konularda “büyük hassasiyet” gösterdiğini ve göstereceğini sanıyor. Başka bir deyişle, kısmî ölçüde ben de dâhil, üçte bir azınlık olan o “diğer Türkiye” kendi arzu, temenni ve kıstaslarının üçte iki çoğunluk olan o “derin Türkiye” tarafından da paylaşıldığına inanmak yanılgısına düşüyor ki, sonuç olarak işte elde var hüzün!
hadiuluengin@taraf.com.tr
Yorum Yap