- 11.07.2015 00:00
HER doğunun bir batısı vardır. Tersi mümkün değildir.
Zaten “efelik” taslayan lümpenlerin sokakta “çekik gözlü turist” marizlemesiyle şu sıra aktüaliteye oturan Doğu Türkistan’ın da vardı.
Nitekim eski atlasları açarsanız, Rus- Çin sınırından başlayıp Hazar Denizi’ne uzanan devasa sathın hep ya Batı Türkistan, ya da sadece Türkistan diye zikredildiğini görürsünüz.
***
KELİMEYİ aforoz ederek onu yasaklayan kişi Orta Asya’daki cellâtlığını daha sonra Ukrayna’daki “Holodomor” katliamıyla da sürdürmüş olan Lazar Kaganoviç Yoldaş’tır.
Stalin’in en has adamı sayılan ve “Lokomotif” lakabından önce gaddarlığından ötürü “Çekiç” ve “Balta” diye de anılan bu cani Bolşevik, Türkistan sözcüğü “Türk” sedasını içerdiği; dolayısıyla pan-Türkist akımlara manevi zemin hazırladığı gerekçesiyle, fakat tabii ki aslında Kızıl Sömürgeciliği pekiştirmek hedefiyle her iki deyimi de lügatlerden sildirtmişti.
İşte o gün bugündür Türkistan tanımı ancak önüne Doğu sıfatı da eklenerek, Tibet’ten Altaylar’a çıkan ve Çin’in Sinkiang diye adlandırdığı Uygur Özerk Bölgesi için kullanılıyor.
***
FAKAT eğri oturup doğru konuşalım: Aslında İranî halkların genel bir “Türk yurdu” anlamında kullandığı bu Türkistan kelimesi bile çok yenidir. Üstelik “oryantalisttir”.
O da tıpkı İpek Yolu deyimi gibi ve ancak 19. Yüzyıl kolonyalizmiyle atlaslara girdi.
Çünkü Hazar’dan Kaşgar’a kâh göçebe, kâh yerleşik yaşayan ve etnik olarak Türk addedilen değişik halklar yurtlarını hiçbir zaman Türkistan diye adlandırmadılar.
Göçebeler kendilerini kavimlerine, aşiretlerine, boylarına; meskûnlar ise kentlerine, mekânlarına, coğrafyalarına göre tanımladılar.
Hattâ aslına bakarsanız, Çinlilerin kendi emperyal tarihlerindeki hudut sakinlerini; yerlilerin ise yine tarihteki fakat prestijli diğer imparatorluğu çağrıştırarak benimsediği şu ortak Uygur kelimesi bile doğru değildir. Zira bugünkülerin dünkü Uygurlarla alâkası yoktur.
***
HER neyse… Bütün bunlar, 20. Asrın başından itibaren Rus, Osmanlı ve Hint Türk ve Müslümanlarının etkisiyle yavaş yavaş filizlenen; hattâ Turan sevdasındaki İttihatçıların yöreye gönderdiği Teşkilât-ı Mahsusa ajanı Habibîzâde Ahmet Kemal’in iteklemesiyle biraz daha şekillenen ulus bilincinin Türkistan’daki varlığını ne ortadan kaldırır, ne de azaltır.
Zaten velev ki bazen feodal, bazen de dinî veçhe öne çıkmış olsun…
Basmacı isyanlarının sürekliliği; Uygurların ek olarak Han asıllı Müslüman Dunganların (Hui) da desteklediği 1. ve 2. Cumhuriyet girişimlerinin devamlılığı; dünkü Osman Batur ve İsa Yusuf Alptekin’den bugünkü Rabia Kadir ve İlham Tohti’ye uzanan millici ve kimlikçi liderlerin varlığı bir yandan Pekin’e karşı duyulan hoşnutsuzluğun boyutunu, diğer yandan ise aynı uluslaşma bilincinin vardığı noktayı tartışmasız kılıyor.
Artı, bölgenin hızla Çinlileşmesi ve yerli halkın refahtan pay alamaması yukarıdaki hoşnutsuzluğun İslami tedhişçiliğe kaymasına ve kanlı eylemlerle tezahür etmesine yol açıyor.
Zaten asimilasyon politikası uygulayan Pekin de buna misilleme olarak ibadet âdetlerini bile yasaklayan veya sınırlayan cebri tedbirleri bir üst düzeye tırmandırıyor.
Ve ne yazık ki yukarıdaki gelişmeler de bütün Türkî Âlem’in haklı olarak “beyin” addettiği Türkiye’ye “sokakta çekik gözlü turist marizlemek” tepkiselliğiyle yansıyor.
***
EVET, batısı ve doğusuyla Türkistan vardır! Türkiye de ora insanlarının beynidir!
Fakat dikkat, bir hissiyat organı olan kalbi değil, bir mantık uzvu olan beynidir!
Dolayısıyla da Ziya Gökalp’in şiirini tersinden okumak gerekiyor:
“Vatan Türkiye’dir Türklere/ Ne Türkistan, ne Turan…”
hadiuluengin@taraf.com.tr
Yorum Yap