- 19.06.2015 00:00
DAHA önce de yazdım, “kör ölür badem gözlü olur” riyakârlığıyla aram yoktur.
Hele hele timsah gözyaşları dökmem asla sözkonusu olamaz.
Yani, dün hayattayken sevmediğim birisi bugün mezara girdi diye şimdi arkasından rahmet okuyacak değilim!.
***
İŞTE Süleyman Demirel’i de sevmezdim.
Allah’ın bildiğini kuldan ne saklayayım, günahım kadar bile sevmedim.
Ve bu sevgisizlik cinnet yıllarımdaki “Morrison Süleyman / Yolculuk ne zaman” anırtılarımın uzantısından, hatırasından, şartlanmasından falan kaynaklanmıyor.
Orayı aşalı çok zaman geçti ve kendisine karşı beslediğim antipati daha enine boyuna tartılmış ve daha olgun elekte süzülmüş bir hükme dayanıyor.
***
KALDI ki kendi hesabıma sırf Demirel’i değil, bilhassa yetmişler Türkiye’sinin “kurşun yılları”na damga vurmuş olan ve Ecevit, Türkeş ve Erbakan’ı da içeren diğer “dörtlü çete” mensuplarından da hiçbirini sevmedim.
Üstelik belki garip gelecek ama ömrünün sonlarına doğru belki biraz biraz sempati duymaya başladığım yegâne şahsiyet eski MHP önderi olmuştu.
Bunda da gerek Ermenistan Başbakanı Ter Petrosyan ile görüşmüş olması, gerekse de bazı dostlarından kendisinin kapalı kapılar ardındaki munis yaklaşımını öğrenmem rol oynadı.
Her hâlükârda, başta 12 Eylül darbesine göz göre göre çanak tutmak gafleti olmak üzere yukarıdakilerinin dördü de kabre affedilmez siyasi sorumluluklar taşıyarak girdiler.
Nitekim aynı “kurşun yılları”nda eski Adalet Partisi liderinin “bana sağcılar cinayet işliyor dedirtemezsiniz” sözünü kendi kulaklarıyla işitmemiş olanlar bugün pek kavrayamaz ama aslında Kenan Evren’e götüren yol Süleyman Demirel’den bağımsız tasavvur edilemez.
***
O Süleyman Demirel ki müritleri tarafından “Baba” diye anılıyordu.
Ne hazin! Çünkü ona yakıştırılmış bu sıfat daha en baştan hâlâ akıl çağına ulaşamamış ve hâlâ rüştünü ispat edememiş Türkiye toplumunun genel travmasını yansıtıyor.
İmkân olsa da aynı toplumu Freud kanepesine yatırsak ve bilinçaltını daima ve daima bir “baba” aramaya sevk eden doyumsuzlukları teker teker ağzından alsak…
Her hâlükârda, bin şükür kendi öz babasını bile psikanalitik anlamda zaten çoktan öldürmüş birisi olarak ben böylesine köylü kurnazı diğer bir babaya ihtiyaç duymadığım gibi ne o köylü kökene özel bir erdem atfediyorum, ne de demokratlığın ölçüsü sayıyorum.
Amenna… Gerçi İmparatorluk döneminde de mümkündü ama yine de Çoban Sülü’nün Isparta mezrasından Çankaya’ya çıkması “meritokrasi” denilen ve cumhuriyetçi bir ilke oluşturan “yeteneklilik” düsturu açısından bir ilktir. 1923’ün kazanımları arasındadır.
Ama bu olgu kimseyi otomatikman demokrat kılmıyor ve zaten de Demirel’i kılmadı!
***
NİTEKİM bana sorarsanız “dün dündür, bugün bugündür” Makyavelizmini bir faziletmiş gibi sunan;Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamını iki elini birden kaldırarak onaylayan; her askerî darbede ve her askerî muhtırada bir nebze bile direnmeden bizzat kendi tabiriyle “şapkasını aldığı” gibi sıvışan birSüleyman Demirel’in demokratlığı ancak körler diyarındaki şaşı sultan demokratlığıdır! Kıymeti kendinden menkuldür.
Bunlara bir de 28 Şubat sürecindeki diğer teslimiyetçiliğini eklemek gerekiyor.
Neymiş? “Baba” eski elitlere dâhil olmadığı için “demokrasi abidesiymiş”(!)…
Hayır! Benim indimde “Baba” falan değil olsa olsa günahları diz boyu bir “babalık”tı ki Allah onun taksiratını af, Türkiye toplumu da baba arayışlarından azat etsin!
hadiuluengin@taraf.com.tr
Yorum Yap