- 13.12.2014 00:00
İKİ gün üst üste ve örnekler vererek Dil ve Harf Devrimi’nin açtığı yaralara değindim.
Artı, başka yerde kimse böylesine büyük bir suça cüret edemediğinden de Türkiye’dekine benzer bir dönüşümün Vietnam hariç hiçbir ülkede gerçekleşmediğini vurguladım.
Hattâ Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “şah damarımız kopartıldı” yönündeki tespitinin de doğru ve haklı olduğunu kaydettim.
Ama tüm bunlar Osmanlıcanın zorunlu ders olmasını desteklemek anlamına gelmiyor.
Sadece ve sadece müfredattaki seçmeli bir dersi onaylayabilirim ki, işte hepsi o kadar!
***
ÇÜNKÜ her şeyden önce ortada bir samimiyet sorunu yatıyor.
Yani nasıl ki yukarıdaki Dil ve Harf İnkılâbı resmî ideolojinin iddia ettiği gibi okuma- yazmayı kolaylaştırmak için gerçekleştirilmiş masumane bir atılım değildi…
Yani nasıl ki o İnkılâp esas itibariyle, iman kültürü dâhil eski uygarlığı reddederek yeni bir uygarlığa yönelişin temel taşı olarak hayata geçirilmişti…
İşte tam ters yönden olmak kaydıyla AKP hükümetinin projesi de aynı hedefi güdüyor.
Zaten birincisi gibi ikincisinin de o samimiyetsizliği işte tam buradan kaynaklanıyor.
Başka bir deyişle, Osmanlıcayı zorunlu eğitim dersi kılmak girişimi iktidar partisinin ve bilhassa liderinin hem Türkiye’yi “dinîleştirmek”, hem de Müslüman coğrafyayla bütünleştirmek tasavvuruyla atbaşı gidiyor.
Ama tabii buradan itibaren şu argüman da getirilebilir: “İyi güzel ya, ‘titreyip kendimize dönüyoruz’ ve mahrum bırakılmış olduğumuz mirasa tekrar kavuşuyoruz.”
***
HAYIR! Şeyler bu kadar basit değil ve gerçekler inatçıdır!
O gerçek de şu ki, şöyle de olsa, böyle de olsa Cumhuriyet’in modernite mayası bu topraklarda hiç de yabana atılmayacak ölçüde tuttu. Geriye dönülmez oranda kök saldı.
Aşırılıklarına karşı getirdiğim bütün eleştirilere rağmen de öz itibariyle iyi oldu.
Nitekim o Cumhuriyet sayesindedir ki Türkiye bütün İslam âleminde demokrasiye en yakın ülke olarak sivriliyor. Sivil toplum ise diğerleriyle kıyaslanmayacak oranda öne çıkıyor.
Üstelik eski laikperest dayatma da yerini makul ve normal bir sekülarizme bırakıyor.
***
OYSA laik hayat tarzını seçmiş ve modernite tercihini yapmış geniş bir kitlenin ülkeyi “dinîleştirmek” ve Müslüman dünyayla bütünleştirmek projesini onaylaması imkânsızdır.
Dolayısıyla çok rahatça diyebiliriz ki, titreyip kendimize dönüyoruz diye toplumun ciddi bir kesiminde yerleşiklik kazanmış parametreleri tekrar kurcalamak hem yeni travmalara yol açar, hem de o toplum katmanlarının birbirlerine daha çok yabancılaşmışına hizmet eder.
Kaldı ki ortada bir de teknik sorun mevcuttur.
Yukarıdaki “şah damarının kopartılışı” Osmanlıcaya hakkıyla vâkıf kadroların da köküne kibrit suyu ekti. Bugün ders verebilecek nitelikteki öğretmen sayısı çok sınırlıdır.
Üstelik böyle bir eğitim sırf Arabî harfleri bildikleri gerekçesiyle, çok doğal olarak etimolojik uzmanlıktan yoksun İmam- Hatip Okulu mezunlarına teslim ve tevdi edilemez.
Edildiği takdirde ise hem öğretilecek şey Osmanlıca olmaz, hem de aynı mezunların formasyonu itibariyle bu eğitim aynı “dinîleştirme” projesinden soyutlanarak düşünülemez.
O hâlde bütün bunlardan sonra şimdi şu sonuçla bitireyim:
***
OSMANLICA seçmeli ders olarak sunulursa proje çok doğru ve çok yerinde olacaktır.
“Normalleşmemize” hizmet edecektir. Hem makul, hem de gerekli olan şey budur.
Fakat aynı Osmanlıcanın zorunlu ders olarak dayatılması mazideki “anormal”i yeni bir “anormal”le değiş tokuş etmek anlamına gelecektir ki, iki yanlış asla bir doğru etmez!
hadiuluengin@taraf.com.tr
Yorum Yap