- 19.09.2014 00:00
MALÛM, tarihi muzafferler yazar.
Ve aynı muzafferler çağa göre, anonim destanlardan muktedir mersiyelerine; sonraki dönemlerde ise okul kitaplarından ekran dizilerine, çeşitli araçlarla bu tarihi empoze ederler.
Sözkonusu dayatma da o zafer ertesi hükümranlık kurulmuş olan siyasi coğrafyada; artı, eğer mevcutsa daha geniş bir kültürel hinterlantta pratiğe geçer.
Yukarıdaki olguyu modern zamanlarda resmî tarih diye tanımlıyoruz.
***
ANCAK tarih değişkendir. Asla ve asla statik bir durağanlığı yoktur.
Mazideki olayların nesnelliği hariç hayat dönüştükçe tarih de dönüşür.
Yeni değerlere, yeni kıstaslara, yeni paradigmalara paralel olarak tarihi de yeniden yazmak, yeniden okumak ve yeniden yorumlamak zorunluluğu doğar.
Mevcut yazım, okuma ve yorum artık ihtiyaca cevap vermez. Anakronik kalır.
Ve hiç şüphesiz ki yukarıdaki ihtiyaç en önce ve bilhassa muzafferlerin empoze etmiş olduğu o resmî tarih açısından geçerlidir!
***
ONUN açısından geçerlidir, çünkü o eski muzafferlerin “resmiyeti” artık aşılmıştır.
En azından, aşınmıştır. Erozyona uğramıştır.
Yeni muzafferlerin fikrî, zihnî ve ideolojik tahkimat gerçekleştirebilmesi ise ancak ve ancak geçmişte dayatılmış olan tarihi değiştirmekle, hiç olmazsa revize etmekle mümkündür.
Zira geleceğe hükmedebilmek için mutlaka maziye de hükmetmek gerekir.
Zaten hükmedemeyenler kendi “resmiyetlerini” meşru kılamazlar.
Dolayısıyla, değişen Türkiye’ye, değişen statükoya ve değişen muzafferlere paralel olarak bugün biz de tarihi değiştirmek arifesindeyiz.
Nitekim bir dizi entelektüelin “Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi”derslerinin kaldırılması için başlattığı kampanyayı da sözkonusu değişim çerçevesine oturtmak gerekiyor.
***
HAYIR, bunu söylerken maksadım iğneli bir imada bulunmak değil!
Özgürlükçü ve çoğunlukçu samimiyetine inandığım ve prensip olarak kampanyasını desteklediğim bu aydınların yeni bir resmî tarih yazmak peşinde koştuklarını kastetmiyorum.
Önce yukarıdaki virajın gelip çattığını vurgulamak istedim.
Eski muzafferlerin miadı öylesine doldu ki, onların dayattığı resmî tarihte önemli bir vasıta oluşturan ilke ve inkılâp derslerinin bile günleri artık sayılıdır... Âlâ!
***
ÂLÂ ama aşağıdaki olgu da diğer bir hayati gerçeği yansıtıyor.
Yukarıdaki entelektüellerin iradesinden bağımsız olarak ve maddenin tabiatı icabı, eski resmî tarihin inkılap müfredatından boşalacak saha otomatikman yeni muzafferlerin yeni bir resmî tarihine zemin hazırlayacak ki, zaten bütün mesele de burada düğümleniyor!
Böyle bir yeni resmiyeti önleyebilecek miyiz? Asgari nesnelliğe ulaşabilecek miyiz?
Bütün kalbimle temenni ediyorum ama hiç mi hiç emin değilim!
Değilim, çünkü Taner Akçam işte dört gündür harikulâde biçimde sergiledi.
Yalanı, tahrifatı ve iftirayı inanılmaz bir kepazeliğe vardıran diğer bütün tarih dersleri başta Ermeniler olmak üzere tüm ötekilere nefret kusarken; yani yine Taner’in dediği gibi “turpun büyüğü başka yerdeyken”; eski muzafferlerin bu esas beyin yıkama, bilinç şartlandırma ve ideoloji üretme merdanesi sürekli döndüğü müddetçe, nereye varılabilir ki?
Başka bir deyişle, yeni muzafferler eski zaferin eski resmiyetinden; yani aslında onun yorumundan ve sunuşundan özgürleşmediği müddetçe, tarih ne denli yeni olabilir ki?
Hadi şeklen oldu diyelim, böyle bir “yeni” (!) ne kadar t-a-r-i-h-î olabilir ki.
hadiuluengin@taraf.com.tr
Yorum Yap