- 31.08.2013 00:00
MALÛM, Müttefik Koalisyon Esed ve avenesini belki bir ihtimal cezalandıracak.
Dolayısıyla, müdahaleye ilişkin spekülasyona ve siyasi- diplomatik boyuta girmeden meseleyi daha geniş bir çerçevede, yani savaş ve barış ekseninde değerlendirelim.
***
TAMAM, savaş tabii ki kötü bir şeydir! Taliban fasilesinden meczuplar falan hariç günümüzde bunun tersini söyleyenin çıkacağını pek sanmıyorum.
Fakat yukarıdaki değer yargısının zamanda ve mekânda hep böyle olmuş olduğu zehabına da kapılmayalım. Fena hâlde yanılırız.
***
YANILIRIZ, zira savaşın kötülüğüne dair hüküm insanlık tarihi açısından çok yenidir.
Bu ilke ancak 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren evrensellik kazanan ahlaki değerler açısından geçerlilik taşıyor. Hâlbuki o insanlık o tarihte hep aynı sonuca varmamıştı.
Nitekim ta Kadim Yunan Sparta’sından aynı 20. asır başının Alman Muhafazakâr Devrimcilerine; artı, İslam’ın Dar-ül Harp kavramından faşist öncülerin proleter millet tanımına, savaşı kâh kaçınılmaz bir kader, kâh imani bir farz, kâh da “canlının fıtratına yatan varoluş zorunluluğu” addeden doktrinler, inançlar, ideolojiler saymakla bitmez.
Zaten sosyal Darwinist teoriye göre de tabii seçim savaş sayesinde toplumlara yansır.
***
BİTMEDİ, üstelik bir de haklı savaş- haksız savaş ayırımı mevcuttur.
Akinolu Tommaso’nun Ortaçağ teolojisinden başlayın ve Moskovalı Komintern’in modern zamanlardaki anti-emperyalist mücadele çağrısına uzanın, niteliği tabii ki tarafların öznel yargıları üzerine oturtulmuş haklı savaş hep böyle bir ayırım ekseninde kutsanmıştır.
Fakat yine de mazide bunlar geçerliydi diye çağımızın kıstaslarını hiçe sayarak savaşın kötü bir şey olmadığını söylemek abesle iştigaldir ki, dediğim gibi, ancak meczuplara özgüdür.
***
PEKİ de savaşın kötü bir şey olması barışın illa iyi olduğu anlamına mı geliyor?
Pasifistlere sorarsanız, evet!
1. Harp katliamına tepki olarak tüm Avrupa’da gelişen ve sol kesimde hümanistlik, sağ cenahta isetecritçilik adına teorize edilen; dolayısıyla Londra lideri Chamberlain’in appeasement yaftalı yatıştırıcılığıyla Çekoslovakya’yı 1938 Münih’inde Nazilere sunan bu tür pasifizm “en kötü barış bile en iyi savaşa tercih edilmelidir” ilkesi üzerine oturtulmuştur.
Oysa yukarıdaki teslimiyete rağmen gerisini biliyoruz. Hitler’in ümüğü o Münih’te sıkılmadığı içindir ki 2. Harp bundan hemen sonra ve 1.’sini bile mumla aratan dehşetle geldi.
Fakat yukarıdaki cinsten sulhperest avanaklıklar daha sonra da devam etti.
“Güvercin” geçinen ama aslında mecazî anlamıyla kuş olan modern pasifistler Sovyet saldırganlığına karşı tedbir alınmasına “ölmektense kızıl olmak evladır” diye karşı çıktılar.
Allah’tan sözkonusu eblehliğe prim verilmedi de işte ne öldük, ne de kızıla kestik!
Aksine, iradi tavır sayesinde ölen ve pembeleşen bizzat o Sovyet İmparatorluğu oldu.
***
İMDİİ, bu takdirde birinci olarak şunu görüyoruz: Savaşın insani ve ahlaki açıdan kötü bir şey olması her barışın yine insani ve ahlaki açıdan illa iyi olduğu anlamına gelmiyor.
İki; aynı barış aşkına gayr-ı insani ve gayr-ı ahlaki barışları sahiplenmek aslında hem kaçınılmaz olan bir savaşı önleyemiyor, hem de onları daha ölümcül ve daha kitlesel kılıyor.
Nihayet üç; bazı durumlarda öyle bir an geliyor ki sözkonusu ahlak ve vicdan savaşın barışa tercih edilmesini gerektiriyor, çünkü insani insan olabilmek ancak buradan geçiyor.
Eh, tabii eğer mevcutsa her insanın da kendine göre bir ahlakı, vicdanı ve insaniyeti var ki, şu anki ve gelecekteki muhtemel Suriye gelişmelerini işte onların tartısına vursun!
hadiuluengin@taraf.com.tr
Yorum Yap