- 10.05.2013 00:00
EĞER soyut takvim rakamlarını değil de hayatı dönüştüren olayları kıstas alırsak 20. Asır modern tarihin en kısa zaman dilimidir. Milat 1. Harb’in başladığı 1914 Ağustos’udur.
Duvar’ın yıkıldığı 1989 Kasım’ında da biter. Topu topu yetmiş beş sene sürmüştür.
Bu iki kilometre taşı arasındaki dönem ise muazzam bir hercümerce tekabül eder.
***
HİÇBİR çağda insanlık böyle mahşer yaşamadı. Kaosu bu denli kısa süreye sığdırmadı
Dolayısıyla, 2014’ten itibaren artık hemen her sene sembolik anmalara tanık olacağız.
Zaferlerin, mağlubiyetlerin, muharebelerin yüzüncü yıldönümlerini idrak edeceğiz.
Eh, yaşayabildiğim ve yazabildiğim kadarıyla zamanı geldiğinde ben de değineceğim.
Fakat oraya varmadan önce 1913’ün de yüzüncü yıldönümünü hatırlatmak istiyorum.
Çünkü o 1913 hâlâ eski dünyanın ve eski değerlerin hüküm sürdüğü en son senedir!
***
OYSA bizzat takvimdeki 20. Asır da savaşlarla zuhur etmişti.
1900 hem İngiltere’nin Güney Afrika’daki 2. Boer İsyanı’nı kanla bastırdığı, hem de Düvel-i Muazzama’nın yine isyan bahanesiyle Pekin’e girdiği yıldır.
Ancak bunlar kendini dünyanın merkezi addeden Yaşlı Kıta açısından bakıldığında, tıpkı daha sonraki iki Balkan Harbi gibi periferik savaş olmak özelliği yansıtıyorlardı.
Gerçi doğru, Belçika, Almanya ve İtalya ulus-devletleri kurulurken de o Yaşlı Kıta coğrafyasında muharebeler gerçekleşmişti.
Ama artık sömürge edinme ve küresellik kurma devrini başlatmış olan Avrupa yine de Napolyonsonrasındaki genel statükoyu az-çok korudu. Ortalama bir denge sürdürdü.
Üstelik de yukarıdaki muharebeler hiçbir şekilde 1. Harb’in birazdan öğreteceği türden topyekûn sanayi çağı savaşı cinnetine varmadı. Milyonlar ne telef, ne de seferber oldu.
1859 Solferino’su, 1866 Sadowa’sı ve 1870 Sedan’ı son tahlilde orduların kısa bir süre için karşı karşıya geldiği arbedelerdir ki, Antik ve Ortaçağ savaşlarından nitelik farkı yoktur.
***
ÖTE yandan, 1840- 1848 liberal devrimleri de öyle büyük değişikliğe yol açmamıştı.
Unutmayalım: Büyük Britanya bir; Almanya iki; Rusya üç; Avusturya- Macaristan dört ve Osmanlı beş, 3. Cumhuriyet Fransa’sı hariç yüzyıl önce bugün sözkonusu Avrupa’nın bütün belli başlı devletleri hanedanlıkları esas alan imparatorluklarla yönetiliyordu.
Onların ilâhiliği genel kabul gören düsturlar arasından henüz silinmemişti.
Başka bir deyişle, siyasi- ruhi açıdan Ansiyen Rejim geleneği devam ediyordu.
Zaten bunu tamamlar biçimde de yukarıdaki savaşlarda, yine yukarıdaki Antik ve Orta çağlardan mirasşövalye asaleti veya düşman onuru gibi dürtülere hâlâ saygı duyuluyordu.
***
MAĞRUR bir haddini bilmezlikle bu dürtüleri küçümsemeye yeltenmeyelim!
Zira 1913 manevi ve ananevi değerler açısından da modernitenin henüz kesin damga vuramadığı en son sene oldu.
Ertesi yıldan itibaren o modernite bütün hoyratlığıyla öyle bir dayattı ki, maazallah!
1916’nın gaz ve 1945’in atom bombalarından başlayın da canlının fıtratına müdahale eden klonlamalara uzanın, son bir asırdır yaşanan her şey özünde o 1913’ün inkârıdır.
Zaten aynı 1913 aynı Avrupa’nın dünyaya merkez olduğu yine son seneye tekabül etti.
Yaşlı Kıta daha farkına varmasa bile 1914’le başlayacak 20. Asırla birlikte merkez Yeni Dünya’ya kaydı. 21. Yüzyılı haber veren 1989 dönemecine kadar da durum değişmedi.
Ve, insanlık tarihi açısından bakıldığında böyle bir yüzyıl nedir ki? Koca bir hiç!
Hiç ama eğer şu 2013 senesinde 1913’ün sahip olduğu son ayrıcalığı kavrayamazsak, 2014’ten itibaren artık hep yüzyıl dönümleriyle idrak edilecek hazin çağı da kavrayamayız.
hadiuluengin@taraf.com.tr
Yorum Yap