- 22.03.2013 00:00
AMENNÂ, patronlar patrondur! Kabul, gazeteciler de gazetecidir!
Dolayısıyla, bütün işçi-işveren ilişkilerinde olduğu gibi burada da birincilerin ikinciler üzerinde tasarruf hakkı mevcuttur. Paşa gönülleri kimi isterse onu istihdam ederler.
Hasan Cemal’e yapıldığı gibi de istemediklerini kapı önüne koyarlar.
Taraflar bile bile lâdes demiş olduğu için vukuat durumunda sızlanmak lüksü yoktur.
***
FAKAT yine de doğası icabı gazetecilik diğer bütün branşlardan daha netamelidir.
Zira medya sektörü kamuoyu oluşturmak ve yönlendirmek açısından en hayati araçtır.
Oysa militan yayıncılık hariç, patronlar son tahlilde dolaylı veya dolaysız yönden para kazanmak için bu uğraş alanına yatırım yaparlar.
Dünyada da, Türkiye’de de hobi yahut misyon uğruna medya işvereni olmuş bir sermayedar hemen hiç yoktur. Olmasını beklemek de hayalciliktir!
Dolayısıyla gazeteciler, patronun yukarıdaki kazanç hedefiyle yansıttıkları haberler ve düşünceler arasında asgari bir denge sağlanması gerektiğini bilirler. Bu, oyunun kuralıdır.
Çizgiyi aşmamak için kâh ıkınmak, kâh yuvarlamak, kâh da susmak zorunda kalırlar.
***
AMA yukarıdaki netamelik, patronları da belirli bir denge gözetmeye mecbur kılar.
Sütununda “çizgiyi aştığı” (!) için her hangi bir gazeteciyi kovmak, fabrikada torna makinesine hasar verdiği için her hangi bir ustabaşını işten çıkartmak kadar kolay değildir.
Lâkin bu zorluğa rağmen işte Hasan Cemal olayı yaşanıyor.
Medyanın iktidara olan iktisadi bağımlılığından ve Başbakan’ın da bunu hışımla çağrıştırmasındandolayı patron tasarruf hakkını o iktidardan yana kullandı.
Musluğu kapatmak yahut kısmak tehdidi açıkça söylenmemiş olsun, fark etmez.
Eh, leb demeden leblebiyi anlayacak kadar feraset sahibi olan her patron gibi Milliyet’in sahibi de doğal kazanç hedefinin Cemal’den dolayı sekte yiyebileceğini sezinledi.
Dolayısıyla da dengeyi çok uluorta bozmak ihtiyacını hissetti ki, durum vahimdir!
***
VAHİMDİR, çünkü Başbakan otoritarist rotada her gün daha keskin bir viraj dönüyor.
Basın özgürlüğünü de yalnız kendi nalıncı keseriyle yontmak eğilimini taşıyor.
Hükümet lideri sıfatıyla sahip bulunduğu iktisadi imkânları medyayı “yola getirmek” için bir araç olarak kullandığı ise artık Bursa’daki Sağır Sultan’ın bile kulağına gidiyor.
Zaten Milliyet’teki son vukuat buzdağının yalnız görünen sathını yansıtıyor. İhalesi, ilânı, vergisi falan, o medyayı içeriden tanıyanlar suyun altındaki devasa hacmi de biliyor.
Oysa bu çok tehlikeli gidişat demokrasi pratiği ve kültürü açısından kabul edilemez!
Uzlaşmak aynı demokrasiden taviz vermek anlamına gelir ki, direnmek gerekiyor.
***
ÖTE yandan, her karşıt görüşe derhal “ağzının payını vermek” refleksini huy edinen Başbakan“eleştirel dostlar”la, “yeminli hasımlar” arasındaki farkı da anlamıyor.
Oysa, tabii ki demokrasi savunucusu Hasan Cemal en önde, genel olarak “liberal” denen kesim, başta Kürt sorununun çözümü için atmakta olduğu hayati adım olmak üzere Erdoğan’ı pek çok konuda destekliyor. Doğru bulduklarını bundan böyle de destekleyecek.
Hâlbuki Başbakan mutlak bir biat bekliyor. Dolayısıyla da bununla tatmin olmuyor!
Fakat böyle bir biat yok ve olmayacak!
Nitekim de fikri hür, vicdanı hür birey kimliğiyle donanmış o “liberaller” bütün biat ideolojileriyle köprüleri atmış oldukları içindir ki AKP’ye karşı “yeminli hasım” değiller.
Ve onayladıkları her konuda iktidar partisine “dost”, ama reddettikleri her konuda da “eleştirel”oldukları ve olacakları içindir ki Hasan Cemal duruşlarını sergileyebiliyorlar.
hadiuluengin@taraf.com.tr
Yorum Yap