- 8.03.2013 00:00
EĞER içeriği, üslubu, adabı ve hedefi demokrasi kültürü çerçevesinde kalmış olsaydı Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın son tepkisi de pekâlâ anlaşılabilirdi.
İmralı tutanaklarının Milliyet gazetesinde yayımlanmasını kastediyorum.
Anlaşılabilirdi, çünkü gerçekten de AKP lideri çok hayati, çok tarihî ve çok sorumlu bir inisiyatife imza atıyor. Haklı olarak da o sorumluluk ölçüsünde desteğe ihtiyaç duyuyor.
Zaten bana sorarsanız haydi haydi, fersah fersah ve dolu dolu hak ediyor!
Fakat sürecin kırılganlığından ötürü de mümkün mertebe ihtiyat ve tedbir istiyor.
Dolayısıyla, Başbakan’ın medyatik “teşhir” (!) karşısında serzeniş dile getirmesini bir dereceye kadar normal karşılamak gerekirdi.
Ancak dikkat, sadece serzenişten söz ediyorum. Zaptî bir “haşlama”dan falan değil!
***
ÖRNEK vereyim: 2005 yılında olacak, sağ eğilimli İspanyol gazetesi La Razon daha önce artık masaya oturmayacağını bildirmiş olmasına rağmen o zamanki sosyalist hükümetin Bask örgütü ETA’yla gizli görüşmeler yürüttüğünü duyurmuştu. Tabii ki vaveyla koptu.
Oysa kendisi bile değil, Başbakan Zapatero sözcüsü aracılığıyla yaptığı açıklamada haberin sızmış olmasını “talihsizlik” olarak nitelemekle yetindi. Gerisini de yuvarladı.
Çok zor durumda kalmış olmasına rağmen Erdoğan’ın yaptığı gibi ne “milli çıkarlar” hamasetini gıdıkladı, ne de “batsın senin böyle gazeteciliğin” bedduasını savurdu.
***
AKP liderinin yukarıdaki tavrı demokrasi kültürü ve pratiği açısından onaylanamaz!
Asla kabul edilemez ve asla uzlaşılamaz!
Çünkü o demokrasi bir genel bir değerler manzumesidir. Kimseye şurasını beğenip, burasını atmak gibi bir lüks bahşedilmemiştir. Ya hepsini benimsersiniz, ya reddedersiniz.
Ve basın özgürlüğü de tabii ki aynı bütünün olmazsa olmaz ilkeleri arasında yer alır.
İşte Namık Durukan’ın kotarması ve Derya Sazak’ın yayınlamasıyla ciddi bir gazetecilik başarısına imza atmış olan Milliyet’in haberi de bu özgürlükle bütünleşiyor.
***
ÖKÜZ altında buzağı aramak abestir. Arkasında Oslo türü bir komplo falan yoktur.
Zaten gerek Sazak’ın, gerek Durukan’ın nerede durdukları da bellidir.
Ne onlar, ne de Başbakan’ın hışmına maruz kalan Hasan Cemal ve Can Dündar anti-barış cephede saf tutuyorlar. Aksine, sürecin dostları arasında yer alıyorlar.
Kaldı ki sözkonusu tutanaklar neo-Nazi Maocuların Karanlık varakparesi veya sicilli dezenformatörlerin Odacıbaşı sitesi gibi şer organlarından birisine de sızdırılmış olabilirdi.
Bu durumda bile, velev ki ulusalcı sabotaj ve provokasyon aşikâr olacak olsun, basın hürriyeti açısından onlara dahi gözünün üstünde kaşın var demek salâhiyeti doğmazdı.
***
İMDİİ, bütün bunlar gözönüne alındığı takdirde şunu tekrar vurgulamak gerekiyor:
Makul bir serzenişi haydi haydi aşan ve demokrasi kültür ve pratiğiyle tümden zıtlaşan “batsın bu tür gazetecilik” haşlaması o demokrasi açısından yenip yutulacak şey değildir.
Zaten dozunu giderek arttıran böylesine çıkışlar Erdoğan’a haklı olarak yöneltilmekte olan otoritarist sulta ve medyatik sansür suçlamalarını daha da üst seviyede meşru kılıyor.
Yeni anayasayla hedeflediği sistem gözönüne alınırsa da durum vahamet kesbediyor.
Üstelik aynı gidişat, hayati ve tarihî barış cesaretine can-ı gönülden destek veren ama sürecin etik demokratik değerlerle atbaşı yürümesini isteyen ve onları tavizsiz sahiplenen kesimi de Başbakan’a yabancılaştırıyor. Yok yere uçurum açılıyor ve hızla derinleşiyor.
Yine de Zapatero’nun yukarıdaki serzeniş lügatini kullanmaya çalışalım ve Erdoğan’ın ağzından çıkan hoyrat ve zaptî haşlamanın son bir “talihsizlik” olarak kalmasını dileyelim.
hadiuluengin@taraf.com.tr
Yorum Yap