- 26.09.2012 00:00
BALYOZ kararlarından sonra zil takıp oynayacak hâlim yok!
Tabii ki sevindim. Ama aynı zamanda da o sevincim kursağımda kaldı.
Pek çok vicdanlı insan gibi ben de iki duygu ve iki hassasiyet arasında bocalıyorum.
***
SEVİNDİM, çünkü ülkemiz tarihinde ilk kez militarist ideolojiyle hesaplaşılmış oldu.
Bir tahayyül olarak dahi askerî darbe projeleri cezai suç kapsamına girdi.
Az buz şey değil, Balyoz davasıyla bir zihniyet devrimi gerçekleşti. Ancaak..!
***
ANCAĞI şu ki, eğer pozitif hukuk anlayışını benimsiyorsak hiçbir yargılamanın “sembol” yahut“ibret” gibi unsurlar içeremeyeceğini de baştan kabullenmemiz gerekiyor.
Suç daima bireyseldir. Ceza ise “ihtar” veya “tedbir” eksenli olamaz.
Başka bir deyişle, “kulağa küpe olsun” cinsinden hükümler verilemez.
Artı, aynı pozitif hukuk kavramı o hukukun “usul”den bağımsız olamayacağı ilkesini de ihtiva eder.“Öz” doğrudur diye “biçim”i es geçen bir “adalet” adalet değildir!
Oysa heyhat, Silivri kararları her iki ilkeye de fazlasıyla gölge düşürdü.
Zaten bunun içindir ki karara mesafeli durmak ahlaki bir yükümlülük oluşturuyor.
***
ZİRA en önce, Balyoz askerî tatbikatı sırasında “fiili teşebbüs” değil ancak “teşebbüs tasavvuru”gerçekleştirmiş olan sanıklara verilen cezalar suça kıyasla ağır ve orantısızdır.
Nüans gibi gözükse dahi ikisi arasındaki fark cezai açıdan hayatidir!
Üstelik bu orantısızlık davanın “siyasi” olduğu iddialarını daha çok güçlendirdi.
Oysa adli yargılamalar “siyasi” boyut da içeremez! İçerirse “adil” olamaz.
Hele hele, son tahlilde “emir kulu” (!) statüsünü taşıyan ve gerek o statüleri, gerekse “halet-i ruhiye”leri itibariyle “hayır” diyemeyecek konumda olan unsurların “hafifletici sebepler”gözetilmeden cezalandırılması ne vicdanen, ne hukuken onaylanabilir.
“Kurunun yanında yaş da yanar” cinsinden bir adalet yoktur ve olamaz!
***
ÖTE yandan, yine baştan beri öne sürülen ve muhtemelen de kısmen veya tamamen doğruluk payı içeren “sahte delil” iddiaları mahkeme tarafından hakkıyla kââle alınmadı.
Bu, çok vahim bir zaaftır. Zaafın da ötesinde, “adalete halel getirmek” durumudur.
Tartışılmayacak ölçüde kanıt sunan ses bantlarının yahut yazılı belgelerin varlığına bakarak “bunlar zaten suçu ispatlamaya yetiyor. Gerisi detaydır” denemez.
Tıpkı şeytan gibi hukuk da ayrıntıda gizlidir. Zaten onu “pozitif” kılan şey de budur.
Üstelik yukarıdaki olgu “neden sahte delile ihtiyaç duyuldu” sorusunu pekiştirerek“Balyozcular”ın masum olduğunu savunan kesimin ekmeğine tam anlamıyla yağ sürüyor.
***
DİĞER taraftan aynı Balyoz kararı sanıkların suçluluğu konusunda tereddüdü olmayan ve davayı baştan beri sahiplenen özgürlükçü demokratları da müşkül durumda bıraktı.
Yukarı tükürdük, darbe tasavvur edenlerin cürmünü bıyığımızla hafifletiyor olacağız.
Aşağı tükürdük, sakalımızla hükümdeki haksızlıkları da onaylıyormuş sayılacağız.
Dolayısıyla, o özgürlükçü demokratlar etik ve vicdani değerlerden taviz vermedikleri ve çifte standart sahibi olmadıkları içindir ki bugün öyle düğün bayram falan yapmıyorlar.
Hasımlarının uğradığı adaletsizliğe karşı çıkmakta da tereddüde düşmüyorlar.
Şu kesin: Mihrak askerî veya sivilmiş; egemen derin yahut sathiymiş; odak iktidarda ya da muhalefetteymiş, hiçbir güçlüye biat etmeyen ama bağımsızlığı da başıboş bir otonomi olarak yorumlamayan bir hukuk ve adalete sistemine muhtacız. Hemen ve derhal muhtacız!
Balyoz kararı bu aciliyeti bir defa daha ve bir balyoz ağırlığıyla ülke gerçeğine indirdi.
hadiuluengin@taraf.com.tr
Yorum Yap