- 14.11.2012 00:00
“İdamı getirin bu işi bitirin”... Evladını kaybeden annenin çığlığı Sabah gazetesinin manşetine yerleştirilmiş. O anne bir insanın yaşayabileceği en derin acıyı taşıyor ruhunda. Öfkesini anlamayanın insanlığından kuşku duymak gerekir. Anaların acısı, onların gözyaşı üzerine kuru sözler etmeye hiç benzemiyor. Beklenmeyen anda gelen evlat kaybının yarattığı onarılamaz yıkıma tanık olanlardanım. Bir kadının hayatının ikiye bölünüşünü, aşılamaz uzaklıklara savruluşunu, kendi içine bükülüşünü, hiç tükenmeyen hüznünü tanıyorum. Evlat kaybı bitmeyen bir yastır.
Kürt sorununu bize o annenin sesindeki acıdan daha iyi ne anlatabilir? Gerçekle aramızda küçük bir adım var aslında. O gerçek şu: Bu topraklarda aynı acıyı yaşayan onbinlerce Kürt anası var. Aynı öfkeyle ağıtlar yakmış, umudunu yitirmiş; dilini bilmediğimiz, sesini duymadığımız uzak diyarların acılı anaları onlar da.
Karşılıklı olarak acılı analar biriktiriyoruz. Aslında hınç biriktiriyoruz. Onbinlerce insanın öldüğü yerde yeni ölümlerden medet uman bir cinnet toplumuna dönüşüyoruz. Ölmek ve öldürmekle olmadığını, her ölümün yeniden öldürme çağrısına dönüştüğünü görmüyoruz.
Kalabalığın uğultusu, sağduyunun sesini bastırıyor.
Çoğunluğun öfkesi, siyaseti teslim alıyor.
Siyasetin kendisi acılı analara dönüştükçe, varlık nedenini ortadan kaldırmakta olduğunu fark etmiyor.
Siyasetin işi acı ve öfkenin diliyle konuşmak değildir. Siyasetin işi, o acıyı, nefreti dindirecek yolları bulmaktır. Fakat ne yazık ki siyasi akıl öyle işlemiyor. Belli ki, iktidar ve güç hesaplarında, çatışmak, meydan okumak daha “yararlı” görülüyor. Anaların öfkeleriyle siyasetin soğuk aklı bir intikam dilinde kesişiyor.
Bu buluşmada analar ne kadar masum, ne kadar çaresizse; siyaset de o kadar kirli, o kadar faydacı gözüküyor.
Açlık grevlerinde Erdoğan’ın izlediği yolun, kullandığı dilin bende yarattığı duygu tamamen budur.
Erdoğan bütün yıkıcılığıyla, kibirli bir meydan okuma, aşağılama ve kışkırtma söylemine abandı.“Taviz veren” siyasetçi profilinden çekindiği kadar hiçbir şeyden çekinmediği anlaşılıyor. Gelebilecek ölümlerin değil, kendi nitelemesiyle “şantaja boyun eğmenin” tabanını aşındıracağını hesaplıyor. Seçim sandıklarını Kürt haklarının, uzlaşmanın değil, milliyetçi öfkenin belirleyeceğine inanıyor. İdam şantajını bile masaya sürdü. “Siyaset yapıyor.”
Elbette Kürt siyasetçiler de “siyaset yapıyor”. Onlar da hem taleplerini belirlerken hem de eylem sürecinde, hakların kendisinden çok güç kavgasıyla ilgili oldukları eleştirisini haklı çıkartan bir tutum izlediler. Anadilde eğitim hakkının bu yolla elde edilemeyeceğini bilerek talep etmeleri, Öcalan’a tecridin kaldırılması konusunda ara formüllere kapalılıkları, daha da öte serbest bırakılmasını telaffuz etmeleri hükümete çözüm için makul bir manevra alanı bırakmak istemediklerini düşündürtüyor. Bu tavrı, talep edilen hakların meşruiyetine olan inançla açıklayamayız. Erdoğan’ın hangi endişelerle tutumunu belirlediği netleşmişken, öte yandan hükümetin etkili bakanlarından savunma hakkı ve tecrit konularında olumlu sinyaller verilirken eylemi tırmandırmaları, “çözüm siyaseti”nden çok“çatışma ve sıkıştırma siyaseti”ne angaje olduklarını gösteriyor.
Sonuçta, Kürt siyasetinin soğuk aklının da ölümlerden yarar umduğu kuşkusu güçleniyor.
Öfkenin siyasete tahvil edilmesi, kaderimizi belirlemesi dediğim şey de tam bu karşılıklı tutumlar. Bu tutumlardan sadece birisini haksız ilan etmenin, sorumluluğu bir tarafa yıkmak için alabildiğine yüklenmenin, sorunun çözümü yönünde bir müdahale değeri taşımadığı artık anlaşıldı. Herkes kendi meşrebince söyleyeceğini söyledi ve ölüm sınırına gelindi.
Bu gidişin geri çevrilmesi gerekir. Her iki tarafın motivasyonlarını gerçekçi değerlendiren, aşılması gereken hakikati iyi tanıyan arabulucu seslere ihtiyaç var. Kürt liderlerin ve Erdoğan’ın siyasi hesaplarını değiştiremezsiniz, fakat krizden çıkabilecek bir yol bulabilirsiniz. Tarafların“kazanmadığı” ama “kaybetmediği” de bir çözüm üretilebilir. Bunun için her iki taraftan da ılımlı seslerin güçlenmesine ihtiyaç var.
Saygın tarafsız aktörlerin daha aktif olarak devreye girmesi yarar sağlayabilir.
Bütün bunlara rağmen sonuç da alınamayabilir.
Siyasetçilerin uzlaşma cesaretsizliğinin bedelini genç insanlar ödeyebilir.
Bu ülke yakından tanıdığı öfkeyi, nefreti biraz daha büyütebilir.
“Öleceksek ölelim” diyenleri bir yanda, “asalım” diye haykıranları diğer yanda hararetle destekleyenlere sormak gerekir:
İyi mi olur?
ozaltinli@gmail.com
Yorum Yap