Türkiye’de İslamcı hareketleri yakından tanıyan araştırmacı yazar ve gazeteci Ruşen Çakır 90’lı yıllardan AKP’nin iktidarına ve Gülen cemaatiyle ilgili yeni saptamalarda bulunuyor. İslamcı hareketin fundamentalist çekiciliğini kurdukları dünyevi ilişkilerle yitirdiğine vurgu yapıyor. Piyasa ve maddi ilişkileri İslamcı hareketler ve cemaatlerin geleneksel kabuklarını değiştirmelerine dikkat çekiyor.
Meydascope’deki köşesinde yayımladığı yazı:
Ruşen Çakır yazdı: Türkiye’de İslam dininin bir efsunu var mı ya da kaldı mı?
Farsça olan “efsun” kelimesi daha çok “büyü” ya da “sihir” anlamına geliyor. Bir gün Prof. Şerif Mardin bir sohbetimizde, Cezayir asıllı Fransız düşünür Prof. Muhammed Arkun’un kendi ufkunu açtığını söylediği bir makalesinden söz etti. “Merveilleux“ sözcüğünü “efsun“ ile karşılayıp söz konusu makalenin başlığını Türkçe’ye “Kuran’ın efsunu var mı?” diye tercüme etti. Prof. Mardin’e göre çağdaş dünyada belli bir efsuna sahip olan din yorumları ve din insanlarının belli bir çekiciliği olabiliyordu. Ona göre Türkiye’de Said Nursi bunlardan biriydi. Efsununu kaybeden hareketler (cemaatler, tarikatlar) dışarıdan ne kadar güçlü görünür olsalar da etkilerini ve çekiciliklerini de kaybediyorlardı.
Türkiye ve dünyada İslami hareketleri incelemeye çalışan bir gazeteci olarak Şerif Hoca’nın “efsun“ kavramına verdiği öneme çok şey borçluyum. Bununla birlikte bu kavramı çok sık kullanmadığımı da itiraf etmeliyim. “Efsun“ yerine daha geniş bir anlamı olan uhreviliği tercih ettim, karşısına da dünyeviliği koyarak İslami hareketleri bu iki kavramla kurdukları ilişkiler temelinde anlamaya ve yorumlamaya çalıştım.
Ava giderken avlananlar
1990 Kasım ayında yayınlanan ilk kitabım “Ayet ve Slogan”da İslami grup ve cemaatlerin hemen hemen hepsinin modernleşmeye karşı mücadele iddiasıyla ortaya atıldığını ama bu mücadeleyi büyük ölçülerde modern araç ve yöntemlerle sürdürdükleri için bilerek veya bilmeyerek onun tutsağı olduklarını ve bu kısır döngüyü yeni yeşermekte olan “İslami entelijansiya“nın kırma ihtimali olduğunu söylemiştim.
Ama 13 Şubat’taki “İslamcı aydınların yükselemeden düşüşü“ yazımda da vurguladığım gibi bu beklenti kısa süre içinde suya düştü. “Modern çağın hikmet avcıları“ olarak tanımladığım İslamcı aydınların hikmet yerine dünya nimetlerinin peşinde olduklarını ya da bunlar tarafından kolaylıkla avlandıklarını görmek için 1994’teki Refah Partisi’nin ilk yerel seçim başarısı yeterli oldu.
Fethullahçıların farkı
En büyük dünyevileşmenin, dolayısıyla efsundan uzaklaşmanın cemaatlerde yaşandığı muhakkak. Burada bazı küçük Nurcu gruplar ile Süleymancılar gibi alabildiğine kapalı kalmaya özen gösteren ve hâlâ kurucuları Süleyman Hilmi Tunahan’ın manevi mirası üzerinden varlığını sürdürmeye çalışan bazı yapılar kısmen istisna tutulabilir fakat onların da dünyeviliği bir şekilde içselleştirdiklerini görüyoruz.
Bu açıdan bakıldığında Fethullahçılık bambaşka bir yerde duruyor. AKP iktidarıyla savaşa girişmeden önce Türkiye’deki toplumsal İslam’ı tekelinde tutan bu yapı hep dünya işleriyle alabildiğine içli dışlı oldu fakat grup üyelerinin liderleri Fethullah Gülen ile kurdukları ilişkinin uhrevi yönü çok daha güçlü olmuştur. Diğer bir deyişle Fethullahçılık’ta İslamiyet’ten değil de Gülen’den kaynaklı bir efsun söz konusu. Bu nedenle Fethullahçılığı “İslami bir cemaat“ yerine özellikle Batı’da karşımıza çıkan ve “yeni dinsel hareketler“ diye kategorize edilen “sekt“lerle bir tutmak daha isabetli olacaktır.
Dünya nimetlerinin efsunu
AKP iktidarıyla birlikte dindarların sistemin merkezine yolculuğunun tamamlanmasıyla, İslam dinin uhrevi yönünün iyice geri plana itildiğinin her gün yeni ve çarpıcı bir örneğiyle karşılaşıyoruz. AKP Gençlik Kolları tarafından Ağrı’da düzenlenen sahur programının videosu ve sonrasında yaşananlar ortada.
Dünyevilikten en uzak olmaları beklenen tarikatların, örneğin kılık-kıyafetleriyle modernizme ve dünyeviliğe meydan okuma iddiasındaki Nakşibendiliğin İsmail Ağa kolunun tam anlamıyla onun esiri olduğunu en son meyhanelere vb. yapmaya çalıştıkları tebliğ çalışmaları sırasında tanık olduk.
En taze örnek ise kendisini “bilinçaltı uzmanı“ olarak tanıtıp ayetler yolu ile NLP, kuantum ve bilinçaltı konularında kadınlara seminerler verip epey iyi para kazandığı anlaşılan Eylem Amine Altunkaynak. İşin içine bilinçaltı, kuantum, NLP filan girince insan ister istemez “Yoksa kaybedilen efsunun mu peşindeler?“ diye sormadan edemiyor. Ama burada yapılan o efsunu bir daha yakalamanın mümkün olmadığının kabul edilebilir bir ifşasından başka bir şey değil.
Altunkaynak’a benzer şekillerde dindarlara “yeni“ şeyler pazarlayan çok kişi var. Sonuçta alan memnun, satan memnun. Yapacak bir şey yok.
Editör:
M. AKAY