“EDEBİYAT DİKENLİ GÜLDÜR, POLİTİKA İSE GÜLLÜ DİKEN…

“EDEBİYAT DİKENLİ GÜLDÜR, POLİTİKA İSE GÜLLÜ DİKEN…
25.08.2018 - 08:22
1168

 Evrensel Kültür Dergisi’nin Burkay’la Yaptığı Söyleşi (*)

 Bir güzel orman olur yazılarda


Sezen Aksu tarafından bestelenen “Gülümse” isimli şiiri, bütün ülke tarafından tanındı, sevildi. Uzun ve ağır hapis cezalarının tehdidiyle ülkesinden uzakta yaşadı. Ama Kürt
siyasi hareketindeki etkin görevlerinin yanında, edebiyatı sürdürdü: Anadili Kürtçe ve “eğitim dili” Türkçe’yle… Edebi çalışmalarını iki dilin içinden geçerek sürdüren Kemal Burkay’la
konuştuk. (Evrensel Kültür’ün notu).

- Anadiliniz Kürtçe ama Türkçe şiirlerinizle tanındınız. Böyle iki dilin arasında şiir yazmanın olanakları ve zorlukları nelerdir?

Altı yaşıma, yani ilkokula gidinceye kadar aile içinde ve köyde kullanılan dil Kürtçe idi. Ama eğitim dilim de, Kürt çocukları için anadilde eğitim hakkı ve şansı olmadığı için, ilkokuldan üniversiteye kadar Türkçe oldu. Bu nedenle
ben, Türkiye’deki eğitim görmüş tüm Kürtler gibi baştan itibaren iki dilli (bilingual) sayılırım. Klasik ve çağdaş edebiyatı Türkçe yoluyla tanıdım. Benim çocukluk ve gençlik dönemimde, Kürt dili ve kültürüne yönelik ağır baskı ve yasaklar nedeniyle, Kürtçe yazılı kaynak ve edebi eserler bulmak, yazılı dili öğrenmek de olanaksızdı. Bu nedenle doğal
olarak yazı hayatına Türk dilinde başladım. Ancak 35 yaşımdan sonra ve yurt dışında Kürtçe kaynaklara ulaşabildim, Kürtçe yazı dilini tanıdım ve Kürtçe de yazdım.

Başlangıçta, gerek düzyazıda gerek şiirde, Türkçe edindiğim yazma alışkanlığı nedeniyle Kürtçe yazmaya da kısa sürede uyum sağlamam zor olmadı. İki dili de iyi bilince,
hem her ikisinde yazmak, hem de ürünlerinizi birinden diğerine çevirmek kolay oluyor. Ben kendi payıma bundan dolayı bir zorluk çekmedim. Aksine, iki dili bilmenin belli avantajları var; iki kültür, farklı dil ve anlatım olanakları, bir yazar bakımından zenginlik sayılır.

- Sanat ve politikanın birlikte olamayacağına, politikanın daima bir angajman gerilimi yaratacağına dair bir kanı var.
Siz hem sanatla iç içesiniz hem de -belki bundan da fazla zamanınızı alan bir etkinlik olarak- politikayla… Bu konuda neler söyleyeceksiniz?

Sanat, politika, ya da başka bir iş ve meslek, hangisi olursa olsun, onda başarılı olmak için yoğunlaşmak gerekir. Bu nedenle bu görüşte, ya da bir koltukta iki karpuz tutulamayacağına ilişkin halk deyişinde, bir haklılık payı yok değil.

Elbet, sanatla politikanın, ya da sanatla başka bir işin, örneğin öğretmenliğin, gazeteciliğin, doktorluğun vb. birarada olabileceğini gösteren örnekler de az değil. Mao ve Ho Şi Minh de şiir yazarlardı. Belki şiire ayırdıkları zaman çok değildi ve boş zamanlarında bir hobi olarak ilgilendiler.
Bizde Nâzım, şiir ve politikayı bir arada yürütenlerin bir örneği; yönetici olmasa da TKP üyesiydi ve politik kavganın içindeydi. Bir dönem Türkiye İşçi Partisi’nin genel yönetim
kurulunda bir dizi şair ve yazar vardı: Yaşar Kemal, Samim Kocagöz, Can Yücel, Şükran Kurdakul ve ben…

Birden fazla uğraş en azından, bu işlerden birindeki başarıyı sınırlayabilir. Belki benim için de öyle olmuştur…
Benim politikayla ilişkim, bir sanatçının sıradan bir parti üyeliği değildi; öylesi doğal ve yaygındır. Ama ben ağır yönetici görevler üstlendim ve bu, daha geçen yıla kadar,
yani kırk yıl sürdü. Şiirde, belki romanda ve edebiyatın başka alanlarında da verimli olabileceğim bir zamanda, 26 yaşımda, yani işin daha başında politikaya atıldım ve zamanımın nerdeyse tümünü ona verdim. Öyle olunca da, örneğin roman gibi fazla zaman alan bir dalda yazmayı bıraktım. Öte yandan, zaman zaman ara versem de şiir yazmayı
sürdürdüm. Onun yanı sıra çocuk hikayeleri, piyesler ve mizah yazıları da yazdım.

- “Sanatçı olarak politik bir kişi” ve “politik bir kişi olarak sanatçı”… bunlar ayrı şeyler midir sizce?

Eğer bu iki işi de şu veya bu ölçüde bir arada yapıyorsanız, onlar doğal olarak birbirini etkiler; edebi ürünleriniz politik renk, politikanız da edebi bir renk, bir bakıma estetik ve kültürel zenginlik kazanır. İkisi arasında zaman zaman
bölünmüşlük duygusu yaşasanız da, aslında bu bir kaynaşmadır.

Biraz da mizah tonlu Kürtçe bir yazımda şöyle demiştim:
Edebiyat dikenli güldür, politika ise güllü diken… Bu ikisinin, az da olsa aynı kişide birleştiği durumlar da oluyor. Benimkisi de bir bakıma öyle. Bu ikisi birbirini bir ölçüde
engellese bile, birbirine katkı da sunuyor. Örneğin ben politik kavgamda edebi dilin anlatım olanaklarından, edebi türlerden; şiirden, öyküden, mizahtan, tiyatrodan bolca
yararlandım. Bunun yanı sıra politika da bana bir hayli konu verdi, yazmam için itici oldu.

Elbet bizim politik kavgamız da burjuvalarınkinden çok farklı, ikbal ve kariyer için değil. Türkiye’de “politikacı”nın kötü bir imajı vardır ve bu boşuna da değil. Para ve post peşinde koşan, ikiyüzlü, kitlelerle ilişkisi yalan ve aldatmacaya dayanan burjuva politikacı ile sanatçıyı, hele hele şiiri, aynı kişilikte buluşturmak zordur.

Biz ise politik alandaki emeğimizi ezilenlerin kurtuluşuna, özgürlük ve sosyalizm davasına adadık. Bu, kurulu düzene karşı bir protestodur, yeni ve güzel bir dünya kurmak
içindir, sanatla bağdaşır. Bir başka deyişle, bu tür politikanın acı veren dikenleri çok olsa da, gülü de vardır.

- Son yıllarda önce Kürtçe sonra da Türkçe olarak rubailer yazmaya başladınız. Bu sürece değinebilir misiniz?

Rubai yazmaya1980’li yılların sonlarında, yani ellisinden sonra başladım. Daha önce böyle bir şeyi ne denemiş, ne de düşünmüştüm. İlk rubaiyi yazdım ve arkası geldi. Şu anda yazdığım rubailerin sayısı 300’e ulaşıyor.

Dünyada sosyalizm için işlerin kötüye gittiği, bizim düş kırıklığına uğradığımız ve bir bakıma içime döndüğüm bir dönemdi. Politika ne denli dışa yönelikse, bence şiir de o ölçüde içe yönelik; o, eylemin değil, duygu ve düşüncelerin yoğunlaştığı bir uğraş. Kendi kendinizi dinler ve adeta kendinizle konuşursunuz. Ben de o dönemde, politik çalışmalarıma ara vermesem bile, şiire yeniden döndüm.
Yalnız rubailer değil, ayrıca epeyce serbest şiir de yazdım. 1990 sonrası basılan dört şiir kitabım -ikisi Türkçe (Yakılan Şiirin Türküsü ve Can Taşır Dicle), ikisi Kürtçe (Rubailer -
Çarin- ve Berf Fedi Dıke), bu dönemin (1989-1994) ürünüdür.

Rubaileri yazmaya Kürtçe başladım ve hep öyle devam etti. Yani yazdığım rubailerin tamamının orijinali Kürtçedir.
Sonradan, çoğunu Türkçeye çevirdim ve ikinci kez, İstanbul’da, Deng Yayınları arasında bir arada basıldılar. Kürtçe rubai yazmak bana kolay ve hoş geliyor. Kürtçenin, sözcük yapısı (çoğunlukla tek ve iki heceli) ve ses uyumu bakımından rubaiye ve genel olarak klasik şiire daha uygun düştüğü kanısındayım.

Genel olarak çeviri şiir bir şeyler yitirir. Bu, kendim çevirsem ve çevirirken oldukça özgür davransam bile, bir kaçı dışında, söz konusu rubailer için de geçerli elbet.
Bazen, Ömer Hayyam’ı orijinalinden okumak için keşke Farsça bilseydim, derim.

- Kürtçe şiir yazıyorsunuz, Kürt edebiyatını ve şiirini de takip ediyorsunuz. Son yıllarda nicelik olarak artan ve genişleyen bir olgu olarak Kürtçe edebiyat hakkındaki görüşleriniz neler?

Öncelikle söyleyeyim ki, ben yalnızca Kürtçe şiir yazmıyorum; kendi adımla ve çok sayıda değişik adlarla siyasi makaleler, deneme türü yazılar, çocuk hikayeleri ve mizah yazıları da yazdım, hâlâ da yazıyorum. Bu yazıların bir bölümü kendi adımla veya başka adlarla kitap halinde basıldılar. Ayrıca, tarih ve dil üzerine eserlerim, gezi notlarım var.

Kürt edebiyatının son yıllarda nicelik olarak büyümesine ve yaygınlaşmasına gelince, bu kuzey Kürtleri, yani bizimle ilgili olarak yaşanan bir durum. Güney Kürtleri, özellikle de Sorani lehçesini kullananlar bakımından; hatta Sovyetler Birliği döneminde Ermenistan ve Gürcistan’da, Rusya’da yaşayan ve Kürtçenin Kurmanci lehçesini kullanan Kürtler bakımından, Kürt edebiyatındaki bahar çok daha önce yaşandı. Kürtçe ne zaman ve nerede soluk alabildiyse bol ürün verdi.

Kuzey Kürtlerine gelince, iki nedenle son yıllarda Kürt edebiyatında bir bahar havası yaşanıyor. Nedenlerden biri 12 Mart ve özellikle12 Eylül döneminde yurt dışına yönelik zorunlu göç ya da sürgün… Yurt dışına geçenler, özgür bir ortamda Kürt yazı dilini, edebiyatını tanıma olanağı buldular ve çeşitli ülkelerde kendi dillerinde onlarca dergi ve gazete çıkardılar; aralarından çok sayıda şair, hikayeci, romancı, araştırmacı yetişti. İkinci neden, ağır aksak da olsa bizzat Türkiye’deki değişim ve Kürt dili üzerindeki baskıların hafiflemesidir. Türkiye’de Kürtçe dergi ve gazetelerin yayını, Kürt diliyle kitapların basımı, yurt içinde de yeni bir yazar ve okur kuşağının oluşmasına fırsat verdi.

Görünürde epeyce yazar var ve bu iyi bir şey, dilin canlılığının bir göstergesi. Bunlar arasında daha şimdiden, romanda, öyküde ve şiirde Kürtçeyi iyi kullananlar, ilgi çekici eserler verenler var. Ancak dilin gelişip serpilmesi ve büyük ustaların yetişmesi için bu yetmez; tümüyle özgür, elverişli bir ortam olmalı.

Oysa hem yazarlarımız hem de eserleri, genel olarak dilimizin hâlâ içinde bulunduğu güç koşulların, süregelen ağır baskıların yarattığı olumsuz ve engelleyici sorunları yaşıyor. Kürtçe hâlâ, Güney parçasını saymazsak, kendi ülkemizde eğitim dili değil. Radyo ve televizyonda, siyasal yaşamda ve toplum hayatının başka birçok alanında özgürce kullanılamıyor. O hâlâ binbir engelle yüz yüze. Öyle olunca da ortak, modern bir yazı dilinin yaratılması, onun yaygınlaşması, yazarın eserlerini rahatça bastırması, okuruyla buluşması hâlâ Kürt dili ve edebiyatı açısından ciddi sorunlar.

Sorunlarımızdan biri de henüz bir eleştirmen geleneğinin oluşmamış olması. Bazıları, ilişkilerine göre birilerini ya övüp göklere çıkarıyor, ya yerin dibine batırıyor, ya da görmezden geliyorlar. Oysa yazarlık gibi eleştirmenlik de zengin bir kültür ve emek, aynı zamanda dürüstlük gerektiriyor. İyiyi kötüyü seçebilmek, okura yardımcı olmak buna bağlı. Ben, hep yazarlarımızın işlerini ciddiye almalarını öneririm. Kolay yoldan, hızlı ün ve şöhret olmaz. Böylesi saman alevi gibidir, geldiği gibi gider. Ün hak edilmeli. İyi bir okur olmadan iyi bir yazar olunmaz. Ustalık büyük emek işidir ve zamanla kazanılır.

- Ülkesinden uzakta yaşayan bir şairsiniz. Sürgün, yurt özlemi, sizin şiiriniz için ne ifade ediyor?

Yurt özlemi insani bir duygu, kimi engeller nedeniyle yurduna serbestçe dönemeyen her insan için vardır. Belki daha duygulu insanlar olarak düşünüldükleri, belki de özlemlerini şiirlerinde yansıttıkları için, ozanlar bakımından da söz konusu elbet. Yurt özlemi benim de kimi şiirlerime yansımıştır. Örneğin şu dörtlükte olduğu gibi:

Umut, özgürlük ve sevgi ordadır, yurdumda
Gümüş çayın kıyısında, su kabarcıklarında
Hayat gelip geçti bir rüzgar gibi
Bir türküydü, renkli, engin ormanda

25 yıldır yurt dışındayım. 12 Mart döneminde de çıkmış, iki yıl sonra, genel afla birlikte dönmüştüm. Bu kez gurbetlik çok uzun sürdü. Rejim hâlâ, silahlı eyleme karışmış olsun olmasın, bazılarımızın dönüşüne yolu açmak, üstümüzden uzun süreli bir hapislik tehdidini kaldırmak istemiyor.

Öte yandan, günümüzün koşulları geçmişe göre çok farklı. Yurt dışında, Avrupa ülkelerinde milyonlarca insanımız yaşıyor. Burada dernekler, kurumlar oluşmuş, siyasal
ve kültürel çalışma canlı. İnsan yalnızlık çekmiyor. Televizyon ve internet ise ülkede olanları günü gününe izleme olanağı veriyor. Tüm bu nedenlerle ben kendimi bir sürgün gibi hissetmedim. Yoğun örgütsel çalışma içinde oldum hep; yazdım, sık sık yolculuk yaptım, değişik ülkelere gittim, toplantılarda konuştum. Yazılarım ve görüşlerim ise çeşitli biçimlerde yurt içine yansıdı.

Yurt içinde olmak, oradaki havayı solumak elbet başkadır. Ama, zindanda olmasanız bile, eğer görüşlerinizi özgürce dile getirme olanağınız yoksa, bazen insanın kendi yurdu bile bir işkencehaneye dönüşür.

Öte yandan, her birimizin sevgili bir yurdu olsa da, ortak bir dünyamız, bir başka deyişle ortak evimiz de var ve dünya bir bütün olarak güzel, dört bir yanı yaşamaya değer. Yeter ki insanı insan olsun! Benim şiirime bu da yansımıştır, şu dörtlükte olduğu gibi:

Dostum, gönlünü ferah tut, bu dünya senin yurdundur
Bu toprak ve su, gül, ağaç, kaya, yel ve yağmur
Güneş ve yıldızlar altında, ister kuzeyde, ister güneyde olsun
Ha uzak adalarda, ha baba ocağında, bir farkı yoktur

- Şiire ilişkin bundan sonraki planlarınız neler? Önümüzdeki dönemde neler yapmayı planlıyorsunuz?

Yıllar önce yayınlanmış Türkçe şiir kitaplarımdan (Prangalar, Dersim, Yakılan Şiirin Türküsü ve Can Taşır Dicle) yapılmış bir seçkinin yayınlanması için Evrensel Basım Yayın’la anlaştık. Sanırım yakın bir zamanda çıkacak. İlerde olanak bulursam şiirlerimin tamamını da yeniden yayınlamayı düşünüyorum.

Ayrıca son yıllarda yazdığım 60 kadar yeni Türkçe şiirim ve bir o kadar da yeni Kürtçe rubaim var. Bunları da uygun bir zamanda yayınlamayı düşünüyorum.

Şiirlerin yanı sıra, kitap halinde yayına hazırladığım, daha önce gazete ve dergilerde çıkmış yazılarım var. Örneğin Kürtçe ve Türkçe gezi notlarım, mizah yazılarım ve köşe yazılarımın bir bölümü. Ayrıca, anılarımın birinci cildi çıkalı epey oldu. Diğer iki cilt de hazır durumda; ama yayınlamak için uygun bir zamanı bekliyorum.

Kısacası, yapacak epeyce iş var…
--------------------------
------------------

Evrensel Kültür Dergisi, Şubat 2005

(*) Bir Gülü Büyütmek- Kemal Burkay Şiiri, adlı kitapta yer alan söyleşilerden biri. Özgürlük Yolu Vakfı Yayınları, Aralık 2017, Ankara.


Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums