- 3.09.2014 00:00
Yeni dönem için hemen herkesin ilk temennisi kutuplaştırıcı ve gerginlik yaratıcı üsluptan uzaklaşılması galiba... Liderler birbirine hakaret etmesin, birbirine küsmesin, uzatılan eli geri çevirmesin, aşağılayıcı hitaplar kullanmasın; salı günleri “ulusal kavga” günleri olmaktan çıksın isteniyor.
Ben kutuplaşmanın ve gerginliğin yaşadığımız dönemin doğasında var olduğunu düşünüyorum. Bir rejim değişikliği yaşanıyor, devlet el değiştiriyor; eski toplumsal hiyerarşi altüst oluyor, hegemonya alanları üzerinde kıyasıya bir mücadele sürüyor. Eski çıkar grupları imtiyazlarını kaybederken yeni çıkar grupları oluşuyor. Böylesine büyük bir altüst oluşun huzurevi atmosferinde yaşanması beklenemezdi elbette. Buna rağmen polemiklerin üslup düzeyinin bu kadar aşağılara inmesi de gerekmiyor tabii.
Ama benim asıl sorunum üslup değil, daha öze ilişkin bir şey...
Dönüşüm ne kadar büyük ne kadar hayati ve çetin olursa olsun, bu mücadelenin kurallarını da üslubunu da, savaşın üslup ve kuralları değil siyasetin üslup ve kuralları belirlemeli.
Çünkü malum, yeni düzen savaş meydanında değil siyaset meydanında kuruluyor. Ayrıca bir hamlede değil ağır ağır...
“Yeni Türkiye’nin düşmanları”
Oysa son bir-iki yıldır AK Parti saflarında ortaya çıkan hava, tam bir savaş havası...
Özellikle Gezi olaylarından bu yana belirginlik kazanan bu atmosferde muhalifler sürekli olarak“kökü dışarıda olmakla”, “Türkiye düşmanlarının taşeronluğuyla” suçlanıyor, gayrimillî ilan ediliyor. Doğal ittifaklar “Türkiye karşıtı komplo” olarak addediliyor. Örneğin, yerel seçimlerde iki partinin bir araya gelip tek bir adayı destekleme kararı almaları meşru bir seçim stratejisi olarak görülmüyor da “Türkiye’nin önünü kesmek isteyenlerin kurguladığı kökü dışarıda sinsi bir proje”olarak lanse edilerek gayrimeşrulaştırılıyor. Her lafın başında “Yeni Türkiye’nin önünü kesmek isteyenlerden”, “Yeni Türkiye’ye pusu kuranlardan”, “Yeni Türkiye düşmanlarından” söz ediyor.
Parti liderlerinin söylemleriyle beslenen bu havanın, alt kademelere ve taraftarlara doğru indikçe, onların bile tüylerini ürperten bir ölçüsüzlük ve keskinlik kazandığını görüyoruz.
O hale geldi ki, artık sadece muhalefete karşı mücadele değil, partinin kendi içindeki fikir mücadelesi de savaş naraları eşliğinde yürütülüyor. Mesela, faiz politikasından hoşnut olunmayan Merkez Bankası Başkanı, başka odak ve merkezlerin şubesi gibi hareket etmekle suçlanabiliyor. 12 yıldır hükümetin ekonomiden sorumlu bakanı olan değerli bir siyasetçiye “paralel yapı-Bilderberg-faiz lobisi projesi” olarak nitelendiren kendini bilmezler bile çıkabiliyor yaratılan bu atmosfer yüzünden.
“Sakin olun ve kendinize gelin” çağrısı
Bence AK Parti yönetiminin, yeni bir dönemin başında, yeni bir başlangıç için ilk yapması gereken şey, “düşman” söylemi üzerinden yaratılan bu savaş psikolojisini değiştirmek olmalıdır. Yeni Türkiye, en nihayetinde siyasi bir projedir ve bu projeyi desteklemek ne kadar meşruysa o projeye karşı olmak da o kadar meşru bir pozisyondur. Çözüm sürecini desteklemek ne kadar meşruysa bu projeden endişe duymak, eleştirmek, hatta Türkiye’nin felaketi olarak görmek de öyledir, dolayısıyla sürece karşı çıkanlar da hain ya da satılmış değil; sadece politik muarızdır.
Ben bu arızalı ruh halinin değişmesi için yeni hükümete, özellikle de Davutoğlu’na acil görev düştüğünü düşünüyorum.
Başbakan, en sakin haliyle ve en sevimli gülümsemesi ile çıkmalı camiasının karşısına ve şöyle seslenmeli: “Biraz sakin olun ve kendinize gelin. Biz burada savaşmıyoruz, siyaset yapıyoruz!”
Yorum Yap