- 28.08.2014 00:00
İnkâr edilen şey inadına güçlenir ve o varlığın başat karakteri haline gelir. Türkiye’de farklı etnik ya da dini kökenden gelen insanların bu farklılıklarını özgürce ortaya koyabilme ve bunun icaplarına göre yaşayabilme hakkı o kadar uzun süre inkâr edildi ki, inkâr siyasetinin şiddetli bir geri tepmeyle karşılaşması kaçınılmazdı.
Nitekim öyle oldu. 80’li yılların ortalarından itibaren Türkiye’de kimlik siyasetleri ve kimlik mücadeleleri altın yıllarını yaşadı. Bunda, eşitlik yerine farklılıklara vurgu yapan postmodernizmin 80’li yılların başlarından itibaren dünya çapında kazandığı etki de rol oynadı ama elbette temel sebep iç koşullardı.
Türkiye son on yılda bu alanda da büyük bir atılım yaptı. Başta Kürt kimliği olmak üzere, farklı kimlikleri inkâr politikaları terk edildi. Farklılıkların zenginlik olduğu ve çok kültürlülüğün faziletleri adeta “resmi söylem” haline geldi.
Öte yandan, bütün bunlar söylem düzeyinde de kalmadı. Kürtler’in Kürt olmaktan kaynaklanan temel hak ve talepleri büyük ölçüde karşılandı. Bununla da kalınmadı; kolektif hakların tanınması ve Kürtler’in Türkiye devletiyle nasıl bir idari ilişki içinde olacağı konusunun tartışılması da bir tabu olmaktan çıktı. Kabul etmek gerekir ki, esas olan bu meselenin siyasetin konusu olabilmesidir. Bu tartışmanın nereye varacağı, hangi noktada konsensüs sağlanacağı konusunda tahminlerde bulunabiliriz ama “sonucu” şimdiden söylemek, bu sürecin sonu önceden saptanmış bir süreç olduğunu düşünmektir ki, bu da demokratik siyasetin doğasına uymaz.
Aynı dönem, Aleviler’in sorunları ve talepleri konusunda da toplumsal duyarlılığın sağlandığı bir dönem oldu. Tarih boyunca ötekileştirildiklerini hisseden Aleviler de ilk defa kendilerine kulak veren, taleplerini dinleyip çözüm bulmaya çabalayan bir iktidarı karşılarında buldular. Gerçi taleplerin karşılanması konusunda henüz pek bir mesafe alınmadı ama sorunların kamuoyuna mal olması ve genel kamuoyu tarafından demokratikleşme sürecinin olmazsa olmazı olarak algılanmaya başlaması çok önemliydi.
Bu sürecin devam edeceği, süreç devam ettikçe de ayrımcılık ve inkâr politikalarının yol açtığı siyasal ve toplumsal sorunların giderek hafifleyip o gruplar için “temel mesele” olmaktan çıkacağı bir dönem uzanıyor önümüzde.
Bu aynı zamanda kimlik siyasetlerinin ateşinin düştüğü ve sönmeye yüz tuttuğu bir dönem olacak.
Ben “Yeni Türkiye”yi kimlik siyasetlerinin geri plana çekildiği, onun yerini karşılıklı etkileşimin, ortak bir dil oluşturma çabalarının aldığı bir Türkiye olarak tasavvur ediyorum. Farklı dini, etnik ya da kültürel grupların özgür biçimde var olabildiği ama kendilerini katı kimlik tanımları içine hapsetmeksiniz, değişmekten korkmaksızın birbirleriyle zengin bir iletişim içine girebildiği, bu iletişim içinde hem kendilerinin değiştiği hem de başkalarını değiştirdiği, kısacası muhteşem bir melezleşmenin yaşandığı bir ülke...
Yorum Yap