- 15.07.2014 00:00
Bizim toplumun suç algısında hiyerarşinin en tepesine oturan suç “terör örgütü” üyeliğidir herhalde... Birini iyice öcüleştirmek; iflah olmayacak şekilde batırmak isterseniz oradan başlar; tutturamazsanız yavaş yavaş aşağı inersiniz.
Soruşturma yürütenler ve iddianame düzenleyenler de böyle yapıyor. Başlangıçta çıtayı iyice yukarıda tutuyor; bahsi çok yüksekten açıyor; her türlü örgütlü yapıya “terör örgütü”ya da “silahlı çete” diyerek işe başlıyor. Tabii işin içine silah-külah sokulunca yargılama usullerinde de“kolaylıklar” sağlanmış oluyor. Ama suçlama dava seyri boyunca indikçe iniyor. Sonuçta “Allah ne verdiyse” razı olunuyor...
Oysa bu hiç de akıllıca bir şey değil.
Çünkü akla, izana ve vicdana uymayan bir suçlamayla işe başladığınız vakit; doğru iddiayı da zayıflatmış, yargılamanın inandırıcılığını zedelemiş; dolayısıyla gerçekte işlenen suçu da örtbas etmiş oluyorsunuz.
Bu hatanın en yakın örneğini Balyoz Davası’nda yaşadık. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ“terör örgütü liderliği” suçlaması ile yargılandı. Ama iddianameyi yazan savcı dışında hiç kimse Başbuğ’un “terör örgütü lideri” olduğuna inanmadı. Zaten iddianamede bu iddiayı ispatlayacak herhangi bir delil de yoktu.
Sonuç: Fiyasko...
Oysa suçlama ayakları yere basan bir suçlama olsaydı; savcılar öcü yaratma peşinde koşmadan, Başbuğ ne yaptıysa sadece onunla suçlasalardı, durum çok daha farklı olabilirdi.
Bugün bütün bunları yazmamın sebebi aynı hatanın bir kez daha tekrarlanıyor oluşu...
İşin hukuki yanı
Bilindiği gibi, geçtiğimiz günlerde Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Serdar Coşkun’un, Emniyet’e ilettiği "Paralel yapıyı bulun" talimatı deşifre oldu. Savcı, "gizli" ibareli talimat yazısında Gülen Cemaati’nin elinde silahlı bir güç bulunup bulunmadığının; ordu, MİT ve emniyet birimleri içerisinde Cemaat’e bağlı olanların silahlı bir eyleme kalkışması halinde darbe yapabilecek güçlerinin olup olmadığının araştırılmasını istiyor; ayrıca son on yılın araştırılarak Cemaat üyelerinin, Zirve katliamı, Danıştay saldırısı, Aziz Santoro, Hrant Dint, Üzeyir Garih ve Necip Hablemitoğlu cinayeti gibi kanlı olaylarla irtibatının olup olmadığının belirlenmesini istiyor. Savcı ayrıca, Cemaat’in tuttuğu iddia edilen arşivlerin bulunduğu yerlerin 'acil' olarak belirlenmesini istiyor ve Cemaat üyelerinin kimliklerinin tespit edilmesi ve adreslerine eş zamanlı baskın yapılması talimatını da veriyor.
Böylece biz bu hazırlıklardan Cemaat için bir “terör örgütü” davasının yolda olduğunu anlıyoruz.
Ne var ki, bu dava daha baştan “baş aşağı” edilmiş bir dava olmaya aday.
Normal şartlarda, savcılar sadece Emniyet güçleri tarafından elde edilen delillerin, bulguların önlerine gelmesinden sonra devreye girer ve soruşturmayı başlatırlar. Söz konusu talimat ise, soruşturmanın tersten yürütüldüğünü gösteriyor. Savcılık önce bir örgütün varlığını masa başında tespit ediyor; ardından da bu konuda dinlemeler yapılması, delil bulunması, baskın yapılması için Emniyet birimlerine görev veriliyor.
Buna bir bakıma “istim arkadan gelsin” yöntemi de diyebiliriz.
Yol yakınken…
Konunun bu boyutu geçtiğimiz günlerde birçok ceza hukukçusu tarafından çok daha ayrıntılı bir şekilde irdelendi, daha da irdelenecek ve eleştirilecektir.
Benim asıl üzerinde durmak istediğim konu ise, bu dava bu biçimde ilerlerse, kamu vicdanından alacağı tepki...
Bana kalırsa, bugün kamuoyunun oldukça geniş bir kesimi, bu Cemaat’in içinde yer alan bir yapının devlet içinde stratejik noktalara kümelendiği; özellikle polis ve yargı içindeki gücü marifetiyle önce darbe davalarını yolundan çıkardığı ve daha sonra da hükümete yönelik operasyonlar yaptığı kanaatinde. Bu yapıyı demokrasi için bir tehdit olarak görüyor ve ortaya çıkarılıp yargılanmasını istiyor.
Ama siz bu insanları bile, Cemaat’in silahlı-külahlı bir terör örgütü olduğuna inandıramazsınız. Çünkü Cemaat dediğiniz şey, 40 yıldır herkesin bir ucundan tanıdığı, hatta dokunduğu; şu ya da bu faaliyetini bildiği, yüz binleri bulan geniş bir kitledir. Böylesine geniş tabanlı toplumsal bir hareketi bir gün aniden “terör örgütü” diye yaftalamanın herhangi bir inandırıcılığı olamayacağı gibi, tam tersine olacak olan şudur:
Bu absürt suçlama yüzünden, hükümete operasyonlar düzenleyip duran illegal otonom yapının sağlıklı bir şekilde yargılanmasını da engellemiş olursunuz.
İstediğiniz bu mu?
Yorum Yap