- 27.05.2013 00:00
Üniversite ve stadyumlarda güvenliği sağlamak üzere yeni kurulacak olan ve "koruma görevlileri" adı verilen birimin polisten ne farkı olacağını tam olarak anlamış değiliz. Yetki ve görevlerinin polisten daha dar olacağı söyleniyor; "daha çok bekçi gibi bir şey" deniliyor ama bu kadarı da çok açıklayıcı değil.
Ben, yeni bir adla yeni bir birim oluşturulmasının temel sebebinin uzun yıllardır tekrarlana tekrarlana doğruluğu kendinden menkul bir inanış halini alan "Üniversitelere polis giremez" itikadı olduğunu düşünüyorum.
Öyle bir itikat ki, en aklı başında rektörler bile, kendilerine mikrofon uzatıldığında üzerinde pek de düşünmeden ve hiç tereddüt etmeden aynı klişeyi tekrarlıyorlar: "Üniversitelere polis girmemelidir."
Peki neden?
Çünkü üniversiteler özgürlüğün en geniş yaşandığı alanlar olmak zorundadır, böyle deniyor...
İyi de eğer polis, girdiği yerin havasını kirleten, özgürlük ortamını yok eden bir güçse, böyle bir gücün sadece üniversitelerden değil, toplumun bulunduğu her yerden uzak tutulması gerekmez mi? Diyelim, polis üniversitelerin özgürlük ortamını zehirliyorsa, Meclis polisleri de Meclis'in özgürlük ortamını zehirliyor demektir? O zaman neden üniversitelerde polisin olmasına itiraz ediliyor da Meclis polislerine itiraz edilmiyor?
Can ve mal güvenliğimizi sağlamak üzere oluşturduğumuz ve finanse ettiğimiz bir kuruluş, sonuçta hayatımızı olumlu değil, olumsuz yönde etkiliyorsa, bunda bir terslik var demektir. O zaman onun yerine adı değişik ve daha etkisiz bir başka birim koymayı düşünmeden önce, neden polisin herhangi bir yerdeki varlığının o ortama artı değil eksi bir etki yaptığını sorgulamamız gerekmez mi?
Zorba devletin vurucu gücü olarak polis
Güvenlik ihtiyacının, insanların topluluklar halinde yaşamasının baş dürtülerinden biri olduğunu; toplu yaşamanın örgütlenmesi anlamında devletlerin de bu süreç içinde ortaya çıktığını biliyoruz. Geleneksel toplumlarda bireysel ve gönüllülük esasına göre karşılanan güvenlik hizmetlerinin modern toplumlarda profesyonel kolluk kuvvetleri tarafından sağlanmaya başlamasıyla birlikte, birçok sorunun gündeme geldiği de malumumuz. Bu sorunların başında da polisin kimin hizmetinde olduğu tartışması yatıyor; toplumun mu, devletin mi... Devlete yakın duran imtiyazlı sınıf ve zümrelerin mi; yoksa ayrım yapmadan bütün vatandaşların mı...
Polisin halkın muhalif kesimleri, özellikle de muhalif gençlik kesimleri tarafından "sakınılması", "uzak durulması" gereken tehlikeli bir güç, hatta "düşman bir güç" olarak algılanmasının arka planında, bu teşkilatın uzun yıllar boyunca halka karşı zorba devletin vurucu gücü olarak hareket etmesi yatar. Problem buradadır; yoksa polisin orada ya da burada olması değil...
Son yıllarda devletin demokratikleştirilmesi çabalarına paralel olarak, polis teşkilatı da gözle görülür dönüşümler geçirdi; "halkın hizmetinde bir örgüt" olma yolunda ciddi adımlar attı. Bu dönüşüm yeterli olmayabilir; zaman zaman eski reflekslerin, eski alışkanlıkların depreştiği durumlara tanık olabiliriz. Ama durum bu diye, polisi belli alanlardan uzak tutmaya çalışmak yerine, kurumu rehabilitasyon sürecini devam ettirmek; polis teşkilatını demokratik bir devletin polisinin olması gereken pozisyona; yani "halkın polisi" pozisyonuna tam olarak oturtmak için daha çok çaba harcamak gerekir. "Kötü polis" bütün halkın ensesinde boza pişiriyorsa, sadece üniversitelileri bu zulümden kurtarmak hiç de adil bir çözüm değil çünkü...
Yorum Yap