- 17.04.2013 00:00
Önce, hiçbir şey çıkmayacağı besbelli olduğu halde sakız gibi uzayıp giden Anayasa Komisyonu çalışmalarından (galiba Cemil Çiçek dışında) herkese gına geldiğini; kimsenin bu komisyondan herhangi bir beklentisi kalmadığını dobraca koyalım ortaya.
Sonra da soralım: Ne olacak bu anayasanın hali?
Hepimiz kendimizi iyimser olmaya zorlayarak 2013'e gıcır gıcır bir anayasa ile girebileceğimize inandırmıştık. 2013'ü yarıladık ve hâlâ ortada elle tutulur bir şey yok. Üstüne üstlük, başkanlık sisteminin yeni anayasaya monte edilmek istenmesi, tartışmaların eksenini saptırıp konuyu daha da içinden çıkılmaz hale getirdi.
Bu durum, anayasa değişikliği konusunda yeni yöntem arayışlarını da beraberinde getiriyor. Bu arayışlardan birini geçtiğimiz günlerde Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde görevlendirilen "akil insan"lardan olan ve AK Parti'nin anayasa taslağını hazırlayan isimler arasında yer alan Prof. Dr. Fazıl Hüsnü Erdem dillendirdi. "Yeni anayasa sürecinin sağlıklı bir zeminde başlatılıp yürütülmediğini, kutuplaşmayı kaldıracak iklimin yaratılmadığını, bu koşullarda kalıcı bir anayasa yapmanın zor olduğunu" söyleyen Erdem "geçici, birkaç yıllık, partilerin kırmızı çizgilerinin yer almadığı bir anayasa yapılmasını" önerdi.
Benim bu "geçici" isimlendirmesine itirazım var. Zira bu "geçici" anayasadan sonra yapılacak olanın"kalıcı" olacağını ima ediyor.
Oysa aslında bütün anayasalar geçicidir; yani değişikliklere açıktır; toplumsal ihtiyaçların dayatmasıyla sürekli yenilenecekleri ilke olarak kabul edilmelidir.
Böylesine temel metinlerin zırt-pırt değişmeyeceğini bilmek ve ona göre hazırlamak başka şeydir; kimilerini "geçici" kimilerini ise "kalıcı" olarak adlandırmak başka...
Sindirmek için zaman tanıyalım
Aslında benim bu konuda farklı bir önerim var ve bunu bir süredir dile getiriyorum: Gelin sıfırdan bir anayasa yapma sevdasını bir yana bırakalım ve paket paket ilerleyelim...
Şu anda Türkiye, devletiyle ve toplumuyla büyük bir transformasyon yaşıyor. Bırakalım, bu paketlerin şekillenmesini bu transformasyonun dayattığı ihtiyaçlar belirlesin. Kısa-orta vadede değişim sürecinin önünü tıkayan en hayati noktaları tespit edip bu tıkaçları ortadan kaldırmayı hedefleyen, çoğunluğun üzerinde uzlaştığı bir paket hazırlayalım ve onu hayata geçirmeyi hedefleyelim. Sonra bu değişiklikleri sindirmek için kendimize biraz zaman tanıyalım; yapılan değişikliklere muhalefet edenlerin korkularının, endişelerinin boşuna olduğunu görmelerine fırsat verelim; birkaç yıl sonra yeni bir paketle birkaç adım daha atalım. Sonra birkaç adım daha...
Ben bu yöntemi sadece daha gerçekçi olduğu için değil, aynı zamanda ilkesel olarak daha doğru bulduğum için savunuyorum.
"Yepyeni bir anayasa" hayaliyle geçirdiğimiz şu birkaç yıl bana, sıfırdan bir toplum kuramayacağımıza göre, "sıfırdan" bir anayasa da yapamayacağımızı öğretti. Toplumlar bir sabah kalkıp "sıfırdan" yeni bir toplumsal sözleşme yapamayacaklarına göre; mutlaka adım adım, hazmede hazmede, ikna ederek ve ikna olarak ilerlemek zorundayız.
Kendilerinden önceki her şeyi bir kenara fırlatıp, ülkenin bütün siyasi aktörlerini sahneden uzaklaştırıp "sıfır" noktasından başlama "lüksü" darbecilerin sahip oldukları bir lüks olabilir ancak. Demokratik rejimlerde parlamentolar hiçbir şeye sıfır noktasından başlayamazlar; bir gün çıkagelip yepyeni bir "düzen" kuramazlar. Parlamentoların çoğulcu yapısı, farklı çıkarların temsilcilerinin bir arada bulunması bu değişim ve dönüşümün adım adım, parça parça, ikna ede ede, tavizler ve uzlaşmalarla bir süreklilik içinde yürütülmesini gerektirir.
Meseleye böyle bakarsak, "Yeniden kurma" iddiasıyla kalkışılan topyekûn bir anayasa değişikliği yerine, paket-paket ilerlemek; her paket için farklı siyasi ittifaklar kurmak, tematik konsensüsler sağlamak; Anayasa'yı değişen toplumsal iklime ve ihtiyaçlara göre sürekli yenilemek, yani donmasına izin vermemek; sürekli değişen ve hep "yaşayan" bir anayasaya sahip olmak belki de sağlıklı olan tek yoldur.
Yorum Yap