- 2.02.2013 00:00
Sonunda bu noktaya varılacağını hepimiz biliyorduk.
Bütün o komisyon çalışmaları, aylar süren sözde "uzlaşma" çabaları, komisyondan kamuoyuna periyodik olarak verilen"İlerliyoruz, şu kadar maddede uzlaştık" mesajları, hepsi oynanması gereken oyunun parçalarıydı.
Bütün siyasi partiler "Anayasa bütün siyasi partilerin konsensüsüyle hazırlanmalı" genel yargısının baskısı altında, bu kadar süre uzlaşmaya çalışıyormuş gibi yaptılar. Aslında hiçbirinin umudu yoktu bir anlaşma sağlanabileceğinden.
AK Parti, "Buraya kadar, madem komisyondan bir şey çıkmıyor, ben de kendi tasarımı getiririm Meclis'e" demeden önce bütün iyi niyetini göstermek zorundaydı; Cemil Çiçek samimi olarak çabaladı.
CHP, bunca yıl 1982 Anayasası'ndan şikâyet ettikten sonra, yeni anayasayı engelleyen bir görüntü vermemeye dikkat etmek zorundaydı. Bunun için bulduğu tek çözümse her zaman yaptığı gibi kaypak bir zeminde kalmak, zaman zaman olumlu demeçlerle umut yaratmak ama asla net bir tutum almamaktı.
İşi en kolay olan ise MHP'ydi. MHP'nin çizgisi netti, o statükonun olduğu gibi sürmesini istiyor, yapılması gereken bütün değişiklikleri "ihanet" olarak görüyordu ve uzlaşmacı görüntü vermek diye bir niyeti yoktu. Tam tersine, "Türklüğün" uzlaşmaz savunucusu rolü onun açısından en avantajlı roldü.
İplerin koptuğu nokta vatandaşlık tanımı
Sonunda, vatandaşlık maddesinde dananın kuyruğu koptu.
AK Parti, epeydir beyan ettiği gibi "Türkiye vatandaşlığı" formülünü savundu. MHP de kendinden bekleneni yaparak bugünkü durumu yani "Türk vatandaşlığı"nı savundu.
CHP ne yaptı? Önceleri hem komisyonda hem de kamuoyunda "Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı ifadesi bizim için de kabul edilebilir" mesajı verirken yumurta kapıya gelince çark edip MHP'yle aynı çizgide buluştu. Tıpkı, anadilde savunma konusunda yaptığı gibi...
İşte bu noktada ipler koptu, konsensüs oyununda perde kapandı ve Başbakan, mart sonuna kadar uzlaşma olmazsa, başkanlık sistemini de içeren AK Parti anayasa önerisini, referandum sürecine sokacaklarını açıkladı.
Gelinen bu aşamada AK Parti'nin daha fazla oyalanmayı reddederek yoluna kendi başına devam etmesinden daha doğal bir karar olamaz. Bu noktada AK Parti'yi kendi anayasasını yapıyor diye suçlamanın da bir etkisi olmaz.
Şimdi, mevcut anayasanın anayasa değişikliği ile ilgili kuralları işleyecek. AK Parti Meclis'teki oylamada 330'u bulmak için gereken 5 sandalyeyi ya BDP'den ya da CHP'nin vereceği firelerden tamamlamaya çalışacak. Bu süreç bu yıl Meclis kapanmadan bitirilip sonbaharda da referanduma gidilmesi büyük ihtimal görülüyor.
Referandumda ne olur?
Normal şartlarda AK Parti, Ergun Özbudun taslağına benzer bir tasarıyı referandumdan geçirmekte herhangi bir güçlük çekmezdi. Ne var ki, AK Parti'nin demokratik reformlarla birlikte başkanlık sistemini de referanduma sunması durumu epey değiştiriyor.
Zira, başkanlık sistemi AK Parti içinden bir kesim de dahil olmak üzere (bu konuda Abdullah Gül'ün, Bülent Arınç'ın açıklamalarını hatırlayın) daha önceki anayasa referandumunda evet oyu vermiş olan geniş bir kesim tarafından desteklenmiyor. Bu yüzden AK Parti'nin anayasadaki demokratik reformları koç başı gibi kullanarak başkanlık sistemini geçirmeye çalışması ciddi bir tepki yaratabilir ve yüzde 50'yi aşmak o kadar da kolay olmayabilir.
Her ne kadar son kamuoyu yoklamalarında başkanlık sistemine desteğin yükseldiği söyleniyorsa da, bence AK Parti kurmayları yüzde 50'yi çantada keklik olarak görmeseler iyi olur
.
Bütün siyasi partiler "Anayasa bütün siyasi partilerin konsensüsüyle hazırlanmalı" genel yargısının baskısı altında, bu kadar süre uzlaşmaya çalışıyormuş gibi yaptılar. Aslında hiçbirinin umudu yoktu bir anlaşma sağlanabileceğinden.
AK Parti, "Buraya kadar, madem komisyondan bir şey çıkmıyor, ben de kendi tasarımı getiririm Meclis'e" demeden önce bütün iyi niyetini göstermek zorundaydı; Cemil Çiçek samimi olarak çabaladı.
CHP, bunca yıl 1982 Anayasası'ndan şikâyet ettikten sonra, yeni anayasayı engelleyen bir görüntü vermemeye dikkat etmek zorundaydı. Bunun için bulduğu tek çözümse her zaman yaptığı gibi kaypak bir zeminde kalmak, zaman zaman olumlu demeçlerle umut yaratmak ama asla net bir tutum almamaktı.
İşi en kolay olan ise MHP'ydi. MHP'nin çizgisi netti, o statükonun olduğu gibi sürmesini istiyor, yapılması gereken bütün değişiklikleri "ihanet" olarak görüyordu ve uzlaşmacı görüntü vermek diye bir niyeti yoktu. Tam tersine, "Türklüğün" uzlaşmaz savunucusu rolü onun açısından en avantajlı roldü.
İplerin koptuğu nokta vatandaşlık tanımı
Sonunda, vatandaşlık maddesinde dananın kuyruğu koptu.
AK Parti, epeydir beyan ettiği gibi "Türkiye vatandaşlığı" formülünü savundu. MHP de kendinden bekleneni yaparak bugünkü durumu yani "Türk vatandaşlığı"nı savundu.
CHP ne yaptı? Önceleri hem komisyonda hem de kamuoyunda "Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı ifadesi bizim için de kabul edilebilir" mesajı verirken yumurta kapıya gelince çark edip MHP'yle aynı çizgide buluştu. Tıpkı, anadilde savunma konusunda yaptığı gibi...
İşte bu noktada ipler koptu, konsensüs oyununda perde kapandı ve Başbakan, mart sonuna kadar uzlaşma olmazsa, başkanlık sistemini de içeren AK Parti anayasa önerisini, referandum sürecine sokacaklarını açıkladı.
Gelinen bu aşamada AK Parti'nin daha fazla oyalanmayı reddederek yoluna kendi başına devam etmesinden daha doğal bir karar olamaz. Bu noktada AK Parti'yi kendi anayasasını yapıyor diye suçlamanın da bir etkisi olmaz.
Şimdi, mevcut anayasanın anayasa değişikliği ile ilgili kuralları işleyecek. AK Parti Meclis'teki oylamada 330'u bulmak için gereken 5 sandalyeyi ya BDP'den ya da CHP'nin vereceği firelerden tamamlamaya çalışacak. Bu süreç bu yıl Meclis kapanmadan bitirilip sonbaharda da referanduma gidilmesi büyük ihtimal görülüyor.
Referandumda ne olur?
Normal şartlarda AK Parti, Ergun Özbudun taslağına benzer bir tasarıyı referandumdan geçirmekte herhangi bir güçlük çekmezdi. Ne var ki, AK Parti'nin demokratik reformlarla birlikte başkanlık sistemini de referanduma sunması durumu epey değiştiriyor.
Zira, başkanlık sistemi AK Parti içinden bir kesim de dahil olmak üzere (bu konuda Abdullah Gül'ün, Bülent Arınç'ın açıklamalarını hatırlayın) daha önceki anayasa referandumunda evet oyu vermiş olan geniş bir kesim tarafından desteklenmiyor. Bu yüzden AK Parti'nin anayasadaki demokratik reformları koç başı gibi kullanarak başkanlık sistemini geçirmeye çalışması ciddi bir tepki yaratabilir ve yüzde 50'yi aşmak o kadar da kolay olmayabilir.
Her ne kadar son kamuoyu yoklamalarında başkanlık sistemine desteğin yükseldiği söyleniyorsa da, bence AK Parti kurmayları yüzde 50'yi çantada keklik olarak görmeseler iyi olur
.
Yorum Yap