- 31.12.2015 00:00
Mısır'a uzaktan bakalım. Askeri bir rejim ülkeyi yönetiyor. Bu askeri rejimin etrafında bir grup insan var.
Mısır'da Selefiler de var, sekülerler de. Yine bu ülkede radikal seküler gruplar da var. Büyük sıkıntılar yaşayan İhvan, ılımlı İslami gruplar ve İslam'ı oldukça sert yorumlayan radikal gruplar da var. Ülkedeki siyasi ve sosyal gruplar bunlardan ibaret değil! Küçük de olsa liberal, sosyalist, milliyetçi gruplar ve bunların elbette siyasi partileri var.
Şimdi Mısır'a yönelik bir dış politika geliştirirken herhangi bir ülke ne yapmalı? Eğer bir ülkenin yöneticileri Mısır'a yönelik dış politika geliştirirken buradaki gruplardan birini kendilerine müttefik olarak tanımlarsa ne olur? Cevap basit: Diğer grupları kaybedecektir!
Kısa vadede her ülkede işbirliği yapılacak gruplar üretmek ülkeleri mutlu eder. Düşünün bir ülkeye gidiyorsunuz sizin gibi düşünen insanlar var, hatta bu insanların partileri var, dahası bu insanlar sizi övüyor. Elbette bu hoşunuza gider. Ancak bütün bunlar olurken o insanların siyasi rakipleri size karşı rahatsızlık geliştirmeye başlar. Bir zaman sonra başka ülkedeki dostlarınızla bir illüzyon bile var edebilirsiniz. Onlar size, siz onlara bakarak sanki ülkeleriniz arasındaki ilişkiler üzerine herkes böyle düşünüyor sanmaya başlarsınız.
Farklı gruplara eşit yaklaşmak
Ancak en büyük maliyet bir ülkedeki diğer siyasi grupların tepkisini kazanmaktır. Dış politikanın matematiği bu açıdan basittir: Bir ülkedeki bir gruba fazla yakınlaşırsanız diğer gruplardan aynı şekilde uzaklaşırsınız. Yukarıda Mısır örneğini verdim. Her ülke aşağı yukarı böyledir. Hür ülkenin içinde birbirine benzemeyen hatta birbiri ile kavga eden pek çok siyasi ve sosyal grup vardır. Daha kötüsü de şu: Sizin dost olarak yaklaştığınız o gruba ülkesinde “filanın adamı” etiketi yapıştırılır. Böylece siz farkında olmadan dostunuzun itibarını kendi ülkesinde azaltırsınız. O nedenle başka bir ülkedeki dostunuza yapacağınız en büyük destek “onun sizin adamınız olduğuna dair bir imaj” vermemektir. Osmanlı döneminde “İngiliz Said Paşa”, “Rusçu Nedim Paşa”, “Almancı Nurettin Paşa” gibi etiketlerin ne anlama geldiğini en iyi Türkler bilir.
Kısaca burada anlatılan konuya “mesafe ilkesi” denebilir. Mesafe ilkesine göre bir ülkedeki farklı gruplara mümkün olduğunca eşit yaklaşmak gerekiyor. “Peki biz başka bir ülkedeki mazluma yardım etmeyecek miyiz?” sorusu hemen burada akla geliyor. Bu yerinde ve haklı bir sorudur. Ancak başka bir ülkedeki gruba yardım etmek kısa vadede mantıklı ve huzur verici bile olsa uzun vadede işe yaramaz. Dahası o grubu koruma kapasitenizi düşürür. Şöyle düşünün Türkiye'nin Mısır siyasetinin genelinde bir etkisi olursa mı İhvan'a daha faydalı olur yoksa sadece İhvan ile ilişkisi olursa mı daha faydalı olur? Böylece bir ülkedeki farklı gruplara yönelik mesafe, aynı zamanda oradaki dostunuzu da en iyi koruma yöntemidir. Başka bir ülkedeki mazluma yardım etmenin en etkili yolu o ülkenin genel siyaseti ile güçlü bir ilişki içinde olmaktır. En başarılı diplomasi başka bir ülkedeki pek çok grubun aynı anda size olumlu bakması, en azından olumsuz bakmamasıdır.
Uluslararası çıkarlar ve “mesafe ilkesi”
Dışişleri Bakanlığı'nın erken yıllarında Ahmet Davutoğlu haklı biçimde ve sık sık bir konuda övünürdü. Buna göre pek çok ülkede bulunan Türk büyükelçi, o ülkedeki farklı ülkelerin elçileri ile en kolay konuşabilen diplomattır. Mesela pek çok diğer ülke bunu yapamazken bir zamanlar Türkiye'nin bir başka ülkedeki sefiri istediği zaman İsrail, Suriye ve Irak büyükelçileri ile hemen konuşabilirdi. Peki şimdi aynı durum söz konusu mu? Mesela şimdi -örneğin- Türkiye'nin Paris büyükelçisi Suriye, Irak ve Rus sefirleri ile bir kahvaltı yapabilir mi? Diğer ülkelere yönelik mesafe ilkesini başarılı olarak uygulayamazsanız “herkesle konuşma yeteneğini” doğal olarak kaybedersiniz. Bu vesile ile sormak lazım: Acaba bir zamanlar Türkiye'nin övündüğü “herkesle konuşabilme yeteneği" şimdilerde pek sık eleştirilen Kemalist diplomasinin bir mirası olmasın? Mesela Avrupa'nın herhangi bir yerinde görev yapan bir Türk büyükelçisi bugün 2001 yılına göre daha mı kolay yoksa daha mı zor aynı anda pek çok başka ülkenin büyükelçisi ile konuşabilir? Yemen'den Bosna-Hersek'e Türkiye'nin etrafı iç siyaseti aşırı bölünmüş ülkelerle çevrili durumdadır. Türkiye, ulusal çıkarlarına göre bir dış siyaset izleyecekse “mesafe ilkesini” ivedilikle tekrar düşünmelidir. Bu kadar bölünmüş yapılardan oluşan ülkelere sahip bölgede Türk dış politikası değişik ülkelere yönelik mesafeyi iyi ayarlayamazsa kendimizi şimdi olduğu gibi sürekli olarak büyük bir kavganın içinde buluruz.
Yorum Yap