- 18.08.2012 00:00
Ortalığı Amerikan kovboyları doldurmuş durumda; bu kovboylar kovboyculuk konusunda birbirleriyle yarışıyor.
Hüseyin Akgün kaçırılıp, serbest bırakıldıktan sonra, “dağdaki çocuklar” deme “cüretini” gösterdiği için, “kelime avcısı” kılığına bürünmüş cadı avcıları (ya da cenaze levazımatçıları) “asalım asalım!” diye bağırmaya başlıyorlar.
Bir başkası bu gazetenin köşesinden dağdaki Kızılderili vahşileri temizlemek için taktikler öğretiyor.
Vesayetçisinden anti-vesayetçisine, üniformalısından üniformasızına adeta hepsi vahşi Batı’nın şerifleri, yargıç Lynch’leri... “Şöyle öldürelim, böyle öldürelim!”; “önce asalım, sonra yargılayalım!”; “önce öldürelim, sonra müzakere edelim!” çığlıkları gırla gidiyor...
Tabii aynen öyle... Öldürün... Şimdiye kadar çok işe yaradı öldürmeleriniz... Ve de vahşilerin öldürdükleri... Ne “terör” kaldı ne de bir şey...
Aman sakın, dağdakiler için “genç”, “çocuk” falan gibi kelimeler de kullanmayın... Neme lazım... Eğer öyle sakıncalı laflar falan ederseniz, terör her an tekrar hortlayabilir!
Vesayetçileri, monşerleri, darbecileri, seçkinleri, ulusalcıları ve devlet tapınağının bilumum bekçileri yıllardır aynı dili tepe tepe kullandılar. Şimdi de bu korkulukların, zombilerin yerine geçen yeni kibirli sınıf ve çömezleri aynı dile sarıldılar.
Nasıl bir inattır bu! Ya da tabii ki, belki de inat değil; nasıl bir planın, projenin parçasıdır bu “savaş” dili, “savaş” taktikleri?
İnat mı, aymazlık mı, delirme mi, çokbilmişlik mi, kibir mi, yoksa daha büyük bir “bölme” komplosunun bir parçası mı, bizim gibi faniler yorum üzerine yorum yapıyoruz... Bu kadar çok “her şeyi bilen”, afra ve tafrasından yanına varılmayan kibirli “tanrıcıkların” yanında biz “durun, bir düşünün!” desek ne olur, demesek ne olur?
Onlar her şeyi biliyorlar; hep bildiler... Her ne kadar mesela gene bu gazetenin yazarı, ilk Kürtçe vicdani reddini açıklayan Ali Fikri Işık, “Navê diya min Azîze ye” dediği zaman, yani annesinin adının Azize olduğunu söylediğinde, bu çok bilen her şeyi bilen devlet, mahkemede Işık’ın“bilinmeyen bir dille konuştuğunu” söylese de... Bu topraklarda binyıllardır konuşulan bir dili “bilmediğini” itiraf ederek cahilliğini sergilese de, olsun...
Buraya kadar hikmetinden sual olunmaz devletimizin ve devletlûlarımızın kutsal ve mayınlı arazisindeydik... Her an kelime avcılarının tuzağına düşme tehlikesi olan arazi...
Ama bazen bu devlet zihniyetinin “ölün, öldürün!” komutlarını bırakıp, çok daha “masum”, “yumuşacık”, adeta ana şefkatiyle kendini gösterdiği alanlar da var.
Mesela siz, Engelli Öğrenci Platformu ve Görme Engelli Öğrenciler Platformu sayesinde haberdar olduğumuz 2012 ÖSYS Tercih Kılavuzu’nda “2.1.2. ÖZÜRLÜ ADAYLARIN TERCİHLERİNİ YAPARKEN GÖZ ÖNÜNDE TUTACAĞI HUSUSLAR”a ilişkin yazılmış olanları gördünüz mü? Bakın ve bir miktar okuyun:
“Görme özürlü adayların, özürleri yüzünden başarılı olamayacakları yükseköğretim programlarınıtercih etmemeleri gerekir. Bu adayların, başarılı olabilmeleri için, büyük ölçüde dile dayanan veya işitme gerektiren sosyal, iktisadi ve beşeri bilimler alanlarındaki yükseköğretim programlarını tercih etmeleri beklenir. Bedensel özürlü adayların, yükseköğretim programları ile ilgili tercihlerini belirlerken özürlerini dikkate almaları yararlarına olacaktır. Örneğin, ellerini kullanamayan adayların, ellerin kullanılmasını gerektiren yükseköğretim programlarını tercih etmeleri öğrenimleri sırasında aşılması imkânsız güçlüklerle karşılaşmalarına neden olabilir.”
Nasıl? Nasıl da şefkat dolu, değil mi? Yani siz eğer körseniz, devletimiz ve onun ÖSYM’deki zihniyet uzantısı, her şeyi düşünüyor ve sizi zor durumlardan korumak için, ne okumanız gerektiğine karar veriyor. O her şeyi sizin adınıza biliyor!
Sizin her türlü eğitimi alabilmenizi sağlamak yerine, kendi kusurlarını örtecek bir cinlikle, topu size atıyor. Daha sonra, gereken altyapıyı hazırlamadığı için, bütün parasını ölüm makinelerine, ucube gökdelenlere, TOKİlere, MOKİlere, kişisel kompleks abidesi köprülere yatırdığı için, ve siz, zerre kadar sakat dostu olmayan binalarda, kamusal alanlarda başarısız olduğunuz zaman, “Sevgili kardeşim, bak, ben sana dememiş miydim?” demek için...
Her alanda yaptığı gibi... “Israr etme Kürtçe konuşmak için; sana hiçbir faydası olmaz” dedikten sonra, konuşmaya kalkanın kafasını kırdığı zaman, “Bak, sana yazık oldu, ben sana dememiş miydim? Gene senin kafanı kırmak zorunda kaldım” derken yaptığı gibi...
Öyle bir zihniyet ki, sirayet ettiği her yerde aynı şeyi dayatıyor. Hepimizin aynı şeyi bilmesini istiyor. Bu yüzden ayırıyor, ayrımcılık yapıyor ve “bölüyor”...
Neyse... Üç gün önce 15 ağustosta Hıristiyanların Meryem Ana yortusu (ErmenilerinAsdvadzadzin bayramı) vardı. Öyle bir cehalet içindeyiz ki, bu toprakların insanlarının bayramını bile doğru dürüst bilmiyoruz ve kutlayamıyoruz. Çünkü “çok bilenler” becerdiler onları ata topraklarından silmeyi ve onlar topu topu üç beş kişi kaldılar.
Ve yarın Ramazan Bayramı... Kaçırma ihtimali yok...
Anlamını da kaçırmasak bari... Hani “barış” falan gibi bir şeyler var ya...
Hepsi kutlu olsun!
ferhatkentel@gmail.com
Yorum Yap