İnancın rengi

  • 4.08.2012 00:00

 Malatya, Ayazağa, Muğla-Dalyan... Ortalıkta bir nefret selidir gidiyor... Bunların her birinin mutlaka kendine özgü sebepleri vardır; her birini ayrı ayrı ele alıp, kafa yormakta yarar vardır. Ancak her halükârda, her birinde ortak bir taraf var; her birinde “provoke” olduğu söylenen birtakım “vatandaşlar” var.

Ve mutlaka bu “işlerin” “organize” bir tarafı da vardır ve fayda sağlamayı uman, daha “derin” hesapları olan birileri de vardır. Yani “provokasyon” vardır.

Ancak burada mühim olan soru şu: Neden ve nasıl bu provokatör efendiler, bu kadar kolaylıkla provoke olabilen “vatandaş” olarak tanımlanan güruhlar bulabiliyor ve onları harekete geçirebiliyorlar?

Öyle anlaşılıyor ki, nefret eden vatandaşlar, üzerlerine saldırdıkları, linç etmeye çalıştıkları öteki insanların her birinin ortak bir “öz”e tabii ki “kötü” bir öze sahip olduğuna dair tam anlamıyla ikna olmuş durumdalar. Bu ikna olma hâli, bazı özellikleri bakımından kendisi gibi olmayan her türlü farklı insana karşı beslenen “yabancı düşmanlığına” ya da bunun bir nebze daha ileri aşaması olarak “ırkçılığa” tekabül eder ve ırkçılık kendinden olmayanın yok edilmesi arzusunu besler.

Yani, iyi niyetli ve saf bir şekilde dile gelen “bizde Allah’a şükür ırkçılık gibi şeyler yoktur”güzellemesi ve avunmasına rağmen, güzel ülkemizde Kürtlere, Ermenilere, Yahudilere, Alevilere karşı “ırkçılık” var. Ama aynı zamanda nefret nesnesi doğrudan bir etnik köken ya da ırk olmasa da, farklı kültürel ve sınıfsal tezahürlere, cinsel yönelimlere, siyasal tercihlere karşı da ırkçılığın şablonunun birebir adapte olduğu nefret etme durumları da var. Ve başörtülülere, Sünni dindarlara, eşcinsellere, köylülere, sokak çocuklarına vs. karşı duyulan nefret de ırkçılıkla benzer bir şablondan besleniyor.

Ancak ortalıktaki bu nefretin ırkçılıktan ve farklı ırkçılık tezahürlerini yeniden üreten şablondan kaynaklandığını söylemek maalesef pek bir işe yaramıyor. Bu yaşadıklarımıza nerelerden geçerek geldiğimize biraz daha incelikli bakmak gerekiyor.

Türkiye’de geçmişten bugüne, merkeziyetçi ve otoriter devlet yapısı, kendisini yeniden üretebilmek için sürekli olarak “tehlikeli öteki” fikrini kullandı; farklı toplumsal kesimler, devletin gazabından kendilerini koruyabilmek için, devletle birlikte sözkonusu “ötekilere” karşı korku ve önyargılarını ve siyasal kutuplaşmaları beslediler.

Geçmişte de, bugün de ne siyasal kutuplaşmalar ne de kültürel kutuplaşmalar eksik oldu. Tehlikeyi, şiddeti, idamları, linçleri, katliamları unut(a)mayan bir toplumun bireyleri arasında da “provokasyon” her zaman mevcut oldu. Her zaman potansiyel korkuları varolan insanlar, kendi “inandıkları” dünyanın ve onun sembollerinin doğru veya yanlış sarsıldığını hissettikleri anda “güvenliklerini” yeniden tesis etmek üzere kolayca “provoke” oldular; yaktılar, yıktılar, kestiler ve bugün de “provoke” olmaya devam ediyorlar.

Öte yandan, bu “zor politikalarıyla” çarpılmış, travmalara uğramış toplumun gündelik hayatta yaşadığı hikâyelerin izini sürmek de belki “kendi üzerimize düşünmek” için daha fazla imkân sunabilir.

Mutlak ayrışmalar hiçbir zaman olmamış olsa da, eskiden içinde yaşadığımız “cemaat” yapıları artık yok. Bugün de farklı şekillerde ve yeniden üreyen cemaatler olsa da, artık çok daha “iç içe” geçmiş durumdayız.

Mesela eskiden sahurda davul çalmak, herhâlde Müslüman mahallesini “birlikte” hareket etmeye çağıran, yılın belli bir döneminde düzeni yeniden güncelleyen, uyumu “özendiren” / “dayatan” sembolik bir ritüel olarak düşünülebilir. “Davul” o zamanki “kolektif inancın rengi”ydi. O inancın rengini veren unsurlar arasında davuldan başka, mesela bayram öncesi kadınların birlikte hazırladıkları ve mahallenin fırınlarında pişirttikleri baklavalar da vardı. Ya da HıristiyanlarınPaskalya yortularında rengârenk boyadıkları yumurtalar vardı. Ve buna, şimdi “nostalji edebiyatı” gibi gelecek olan bütün renkleri ekleyin...


Şimdi inancın rengi değişti.
 Çünkü artık mahalle yok. Artık mahalleler iç içe geçti; artık davulu başkaları da duymaya başladı ve kaybolan mahallelerini umutsuzca yeniden inşa etmeye çalışan insanlar var. Ve bu inşa etme çabası içinde inancın rengi de değişti.

Yeni renkleriyle inanç da artık bir güç aracı. Gücü sağlamak için, korkan insanlar inancı yeniden tahkim ediyorlar. Aslında doğru dürüst inanmıyorlar bile... İnanç adı altında, kendi korkularını yenebilecekleri, içi boş ama dışı cilalanmış savaş aletleri inşa ediyorlar.

» Bir özel not ve rica:


Geçtiğimiz ay içinde Bakırköy Kadın Cezaevi’nden “Görülmüştür” mühürlü bir mektup aldım.İstanbul Şehir Üniversitesi’nde sosyoloji yüksek lisansı yapmak isteyen bir tutukludan. Sürekli yanımda dolaştırdığım ve aradan geçen bu kadar süreye rağmen bir türlü cevap veremediğim mektubu şimdi de bulamıyorum. İşin daha da kötüsü mektup sahibinin adını da hatırlamıyorum ve tabii ki çok mahcubum... Bu notu görenler arasında bana mektup yollayan arkadaştan haberdar olanlar, ona haber iletebilirlerse ve kendisinin benimle yeniden irtibat kurmasını sağlarlarsa minnettar olacağım.


ferhatkentel@gmail.com

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums