- 14.07.2012 00:00
"Modern” bir meslek eğitimi olarak “işletmecilik”te ya da onun “pazarlama”, “organizasyon” gibi alt dallarının terminolojisinde “insan faktörü“ diye bir tabir kullanılır. Üretim için, hammadde, petrol, enerji, pamuk, maden gibi bir tür “girdi“ye tekabül eden “insan”, zaman içinde başlı başına bir uzmanlık alanı haline geldi ve işletmecilik eğitiminde ve şirketlerde “insan kaynakları” adıyla alt bölümler ve departmanlar kurulmaya başladı.
İnsanın “girdi”, “faktör”, “kaynak”, “malzeme” olarak algılanmasındaki mantık çok açık: Herhangi bir alanda bir üretim yapacaksınız; bunu “vatan-millet kalkınsın, millete istihdam olsun” diye değil, -açık olalım- para kazanmak için yapıyorsunuz. Bunu en verimli (“efficient“ yani), en etkin (“effective“ yani), en kârlı şekilde yapmak istiyorsunuz.
Dolayısıyla “verimlilik” ve “etkinlik” dediğiniz andan itibaren de üretiminiz için gerekli olan herhangi bir hammadde ve işçi yani insan arasında da fark yoktur. İkisi de maliyet hesabının bir parçasıdır ve hangisinin maliyetini ne kadar düşürseniz, sizin için o kadar kârdır.
“Mikro” ölçekte, işletmeler düzeyinde kârları mümkün olduğunca arttırmak için, “insan malzemesine” ödediğiniz “fiyatı” düşürebilmenin bir çok yolu vardır. Teknolojiyi arttırırsınız, işçinin niteliğine, ustalığına duyduğunuz ihtiyacı azaltırsınız; uzun süreli kalifiye eleman çalıştırmak yerine, hızla kullanılıp atılan (yüksek “turnover“ yani) işçi malzemesini yeterli gören bir istihdam politikası izlersiniz. “İnsan faktörü” denilen o işçiler fazla gürültü çıkardıkları takdirde, devletin -yani makro ölçeğindesteğine başvurursunuz. Zaten o da sizi sizden daha da iyi anlayacağı için, güvenlik güçlerini insan malzemenizin üzerine salar ve “insan girdisi maliyetini” azaltmanıza yardımcı olur.
Büşra Ersanlı gibi verdiği derslerle otoriterizmin ikna kabiliyetini azaltıp, maliyetini yükselten insanları içeri attığı, 7 TİP’li gencin katillerini ise (aynı maliyeti azalttıkları için) salıverdiği gibi...
İnsan malzemesine mikro ölçekteki bu bakış, özellikle Türkiye’nin makro ölçeğinde tarifsiz boyutlardadır.
İnsan için yapıldığı söylenen üretimlerde bile insan sadece malzemedir.
TOKİ’nin beton binaları tam bunun örneğidir. TOKİ adlı kuruluş, binalarını “ekonomik kalkınma” ve “büyüme” faaliyetine seferber etmiştir. Tabii ki bu binalar birilerine, yani “ev sahibi”, “kiracı” etiketlerine sahip olan “insan malzemesine” satılmalıdır. Çünkü bu insanlar olmazsa o beton binalar satılamayacaktır. Bu beton binalar, harcıyla, çimentosuyla, insan faktörüyle “etkin” ve “verimli” satılabildiği ölçüde kâr getirebilecektir. Ve bu kâr sayesinde makro iktidar güçlenecek; iktidar sahiplerinin boyları, kibirleriyle birlikte bir karış daha büyüyecektir.
Öte yandan “malzeme” olarak bile değeri olmayan insanlar “ihmal edilebilir” (“negligeable” yani) niteliktedir. Yani onlar muhasebe kayıtlarınızda “faktör” bile değildir. Mesela Uludere’de kafalarına füze yağdırırsınız; olur biter... Maliyet hesabınızda sadece uçakları kaldırırken harcadığınız benzin parası ve füzelere ödediğiniz paralar yer alır.
Ya da “malzeme” olarak bile değeri olmayan insanlar için üretim de yapılmaz. Mesela, bizim makro devlet ve de hükümet çevrelerinde “sakatlar” ne ifade ediyor?
Şunu:
1997 yılında bir kanun çıkarılmış ve “kamu kullanım alanlarına ve konutlara ruhsat verilmesi, engellilerin erişimine uygun hale getirilmesi koşuluna” bağlanmıştı. Sonra ne olmuş? 2005 yılına gelindiğinde bu yasal düzenlemeye uyulmadığı anlaşılmış (ne kadar ilginç!) ve yeni bir yasal düzenlemeyle yedi yıllık ek süre (yani 2012’ye kadar) tanınmış...
Geçtiğimiz günlerde bu süre de tam sona erecekti ki.... İki AKP’li milletvekilinin verdikleri bir yasa teklifiyle, “fiziksel çevrenin engellilerin erişimine uygun hale getirilmesi” için belirlenen sürenin üç yıl daha uzatılmasına karar verildi.
Yani olay şu: Makrodaki bir takım iktidar, güç ve sermaye sahipleri metrobüsler, parklar, binalar, süper yollar, yapboz usulü kaldırım üzeri kaldırım falan yapar ama bunları bütün insanların nasıl kullanacakları onların çok derdi değildir.
Çünkü Türkiye de yaşayan yaklaşık 8 buçuk milyon sakat, faktör bile değildir.
Ve çünkü böyle bir yasanın uygulamaya konuyor olması, ülkenin yüce kalkınmasına katkıda bulunan devlet ve özel işletmelerimizdeki “insan faktörü” maliyetini yükseltecek ve kutsal kârlılıklarını düşürecektir.
Tabii öte yandan, “faktör” olanlar da (yaşlı, hasta, çocuklu vs), üç ayrı köprü çarpı yüzlerce merdiven basamağını tırmanmayı başardıktan sonra, sac levhalarla kapatılmış boşluklara düşebilirler ve faktörlükten ıskartaya çıkmalarında hiçbir beis yoktur. Çünkü zaten o metrobüsler faktörler için yapılmamıştır; faktörler sadece metrobüslere binen ve birilerinin iş yapıyormuş görüntüsünü kurtaran “figüranlardır”...
Aslına bakarsanız, son tahlilde, bu makro kalkınmacı mantık için hepimiz “malzemeyiz”... Belki sakatlar da dahil olmak üzere... Hani ne kadar “yardımsever”, “merhametsever” olduğumuzu falan gösteren aracılardır belki onlar da... Haklarında konuşurken mangalda kül bırakmadığımız...
Ormanları, akarsuları, ovaları, dağları, bayırları saymıyorum bile...
ferhatkentel@gmail.com
Yorum Yap