“Yeni Türkiye” ruhu

  • 7.02.2016 00:00

 Aslında “yeni Türkiye” çok önce başladı ve “yeni Türkiye” ölmedi aynen yaşıyor. İttihat Terakkicilerle başlamıştı zaten... Ve Osmanlı’dan sonra tekrar yenilenen Türkiye’de cumhuriyetimiz partiler açıp, sonra “yok, olmadı; bu fazla geldi” deyip aynı partileri kapattığı zamanlarda da “yeni Türkiye” vardı zaten. Darbelerde de vardı... Kenan Evren de aşırı derecede çok “yeni Türkiye”ydi zaten.. “Asmayalım da besleyelim mi?” derken çok yeniydi mesela...

Aslında “milli birlik ve beraberliğe her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyduğumuz bugünlerde” lâfı icat edildiği zamandan beri “yeni Türkiye”deyiz.

 Yani her geçen gün “milli birlik ve beraberliğe” daha da çok ihtiyaç duyuyoruz...

 Yani bu demektir ki, aslında her geçen gün “milli birlik ve beraberliğimiz” daha da çok darmadağın oluyor ve bu da “yeni Türkiye”ye tekabül ediyor...

 Ve sanki bir ruh hali ya da bir zihniyet var ve bu halin bir bedenle birlikte yok olduğunu zannederken, bir bakıyoruz ki, aynı hal başka bedenlerde yıllar sonra aynen yaşamaya devam edebiliyor.

 Bedenden bedene bulaşan bir korku ve linç arzusu

 Hani Amerikan toplumunun çok ihtiyaç duyduğu “bir korku unsuru olarak öteki” teması üzerine yapılan sayısız filmin konusudur; uzaylı yaratıklar gelir ve çok sevdiğimiz komşumuzun bedenine girer ve biz saf saf onunla muhabbet etmeye devam ederiz... Halbuki o sırada uzaylılar yavaş yavaş bütün bedenleri ele geçirirler... Sonunda filmin kahramanları olayın sırlarını çözerler ve uzaylılar buharlaşırlar ve yok olurlar. Ama filmin son saniyesinde yönetmen bize bir işaret çakar; mesela mamasını yemekte olan şirin mi şirin bir yumurcak, ya da sokakta dilenmekte olan bir evsiz, kameraya yani bize bakarak hain bir sırıtış fırlatır... O an tüylerimiz ürperir... Çünkü tehlike sona ermemiştir, gene aramızdadırlar; uzaylılar ne yapıp edip, gene bir takım bedenlere sızmayı becermişlerdir...

 Bu vesileyle Holywood, hem filmin devamını garanti altına almıştır hem de bizim korkularımızdan sıyrılmanın çok kolay olmadığı mesajını vermiştir. Çünkü tehlike aynen devam etmektedir.

 Bizdeki durum da biraz böyle... Sürekli buharlaştığını zannettiğimiz bir takım ruhlar, ne yapıp edip farklı bedenler altında tekrar hayatımıza “cöö!” diyerek dalıveriyorlar.

 Ama Holywood’un kahraman Amerikalılarına ve uzaylılarına kıyasla burada bir fark var... Bizde, “içimizdeki hainler, yabancılar, düşmanlar, tehlikeler!” diyerek korku senaryoları yazanlar bizzat uzaylı gibi bedenden bedene gezenler... Hem yıllardır bedenden bedene dolaşıyorlar; hem de “hainler içimizde!” diyerek, henüz ele geçirilememiş bedenleri hedef gösteriyorlar...

 Bugünlerde bu ruh yüce Meclis’imizin çatısı altında yeniden dolaşmaya başladı.

 “Allah’tan başka kimseye teslim olmadığına” dair görüntü vermesine rağmen, her türlü güç, iktidar ve devlet ezberine ve de kutsallığına teslim olmuş; sürekli olarak “hain” arayan ve kendilerinden başka kimseye tahammül edemeyen bir takım ruhlar geçtiğimiz günlerde gene kendilerini gösterdiler...

 Adalet Partisi’ndeki “yeni Türkiye” ruhu

 Şu etiket veya bu etiketin önemli olmadığı bedene sadece taşıyıcı görevi yükleyen ruhların en meşhur hikayesi 1968’de Çetin Altan’a yaptıklarıdır. Meclis kürsüsünde konuşurken, “Nâzım, Türkiye’nin en büyük şairidir” diyen Altan’a yönelik olarak Adalet Partili milletvekillerin linç girişimidir.

 Olay sırasında bir gözü bir daha iyileşmemek üzere zarar gören, kendi deyimiyle çürüklerinden “Bir santimetre beyaz etim kalmamıştı” diyen Çetin Altan’ın anlattığı manzarayı gözünüzün önüne getirin...

 “…AP’liler sıraların üzerinden atlıya zıplaya geliyorlardı üstüme… (...) Biri arkamdan çekti. Aralarına düştüm. Tostoparlak olmuş, başımı sıraların altına saklamıştım. Bir an sıraların arasından bir tabancanın üstüme doğrultulduğunu gördüm. Bir an ‘demek her şey burada bitiyor’ dedim. O anda Yunus Koçak üstüme kapandı. Tabancanın kabzasıyla onun başına vuruyorlardı. Ortalık kan içindeydi.” (Çetin Altan’ın Ben Milletvekili iken kitabından)

 Çetin Altan...

 Hani, devletimizin “Türkiye artık ne Çetin Altan'ı 300 kez mahkeme kapılarına çağıran ve düşünceyi mahkum eden bir Türkiye'dir, ne de Nazım Hikmet'i 12 yıl boyunca hapishanelerde tutan Türkiye'dir. O alıngan, o vehimler üreten Türkiye, artık yerini özgüvene bırakmıştır” sözleri eşliğinde “2008 Yılı Kültür Sanat Büyük Ödülü” verdiği Çetin Altan...

 Bu ve benzeri sözleri duydukça, kâbus gibi linççi ruhların bu diyarları terk ettiğine inanmıştık.

 Çünkü çok ağır günler yaşamıştık...

 “Militarist” bedenlerden “muhafazakar demokrat” bedenlere “yeni Türkiye” ruhu

 Mesela, 1994’de DEP’li milletvekilleri yaka paça Meclis’ten atılmadan önce bir genelkurmay başkanı “Eşkıyayı Bekaa’da aramaya gerek yok. Maalesef bunların bir kısmı Yüce Meclis’in çatısı altındadır” sözleriyle o gayet tanıdık ruh halini dile getiriyordu.

 Sonrasında, aynı ruh hali, başka bir bedenin içinden, 1999 seçimlerinde milletvekili seçilen Merve Kavakçı için “Bu kadına haddini bildirin... Burası devlete meydan okunacak yer değil, atın bu kadını dışarı!” diyerek gürlemişti.

 Belma Akçura, Milliyet gazetesinde 5 Haziran 2000’de, düşmansız var olamayan aynı ruh halinin çeşitli performanslarından bir bukle sunmuştu haberinde.

 Arka arkaya sıralanıyor olaylar: “şoför döven”, “kadın polis döven”, “hostes” döven, “müdür”, “doktor”, “kaymakam”, “gazeteci”, “başka milletvekilini” döven milletvekilleri...

 “Evire çevire” milletvekili

 Döverek, vurarak var olduğunu zanneden bir insan türü...

 Sonra 2011’de, “iktidarın kucağında” olmaktan büyük keyif aldığı belli olan ve Çetin Altan’ı, DEP’li milletvekillerini, Merve Kavakçı’yı hedef alan o malûm ruh halini taşıyan bir bedene sahip olan biri, BDP’li milletvekillerini kastederek, “Böyle giderse Meclis'in ortasında evire çevire dayak yerler” demiş...

 

Geçtiğimiz günlerde bu ruhlar sözlerini tuttular...

 O ruh hali, Çetin Altan’a reva görülen linçten, hoplaya zıplaya gelip, bugün HDP milletvekili Garo Paylan’ın üzerine üşüştü...

 Belli ki onu seçmişler...

 Bir zamanlar İslamcı hareketin dergilerinde ‘çoğulculuk’ konusunda mangalda kül bırakmayan, çeşitli denemelerde bulunduktan sonra garantili bir yere konuşlanan bir milletvekili, arkadaşlarıyla birlikte, Çetin Altan’ı linç eden o ruhu bugün Meclis’e taşıdılar; “evire çevire” ceza vermeyi kendilerinde hak gördüler.

 Garo Paylan’ı seçmişler; ona vuruyorlar. “Garo burada! Garo burada!” diyerek.

 Çetin Altan’ın “Nâzım, Türkiye’nin en büyük şairidir” demesini bekledikleri gibi, “HDP'li vekil ve danışmanların şiddet uyguladıklarını” söyleyen Adalet Bakanı’na Garo Paylan’ın da tek bir söz söylemesi yetti. Paylan, “Hayır uygulamadılar” dediği anda, iktidar ve çoğunluk olmanın kibrini ve gücünü kullanan çok “erkek” bedenler, saniyeler içinde ona yüzlerce tekme ve yumruk attılar. Paylan’ın, zaten “çok konuştuğu için” bir türlü tahammül edemedikleri Ermeniliğine karşı, “millet-i hâkime”nin elemanları ırkçı kinlerini kustular...

 Yani “Yeni Türkiye” eskimeden tam gaz devam ediyor...

 “Yeni Türkiye” olmayacak bir Türkiye olacak mı acaba bir gün?

 FERHAT KENTEL / HABERDAR

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums