- 22.04.2016 00:00
Gayet “Atatürkçü” ve de “milliyetçi” bir kişinin (Metin Aydoğan), sanırım 2015’te internette yayınlanmış bir yazısında gördüm; “Türkiye’de neden hain çok?” diye soran yazar, “Kamran İnan’ın 200 bin, başkalarının ise daha çok olduğunu söylediği ‘hain çokluğunun’ nedenini” Osmanlı’dan gelen devşirme anlayışına ve uygulamasına bağlamış.
Yazara göre, askeriyeden devletin merkezine kadar yükselen devşirmeler, yani Rum, Sırp, Hırvat ya da Ermeni Hıristiyan kökeninden olup devşirilenler, “köksüzleştirilirken”aslında Osmanlı’nın “köksüzleşmesine” neden olmuştu. Çünkü bunlar “gerçek görüşlerini hiçbir zaman açıklamayan; yalancı ve ikiyüzlü” insanlardı. Onların “peşinde koştukları tek değer, para ve yönetim gücüydü”. “Boğazlarına dek rüşvet ve entrikaya batmış”; “baştan aşağı bir yağma, çapul ve servetlere el koyma” uzmanı olmuş insanlardı. “Osmanlı Devletine gizliliği, ihanet ve entrikayı bunlar yerleştirmiş; rüşvet, vurgunculuk (ihtikâr), karaborsa, yasa dışı gelir (ihtilas), ve adam kayırma’yı (iltimas) neredeyse yasal duruma bunlar getirmişti. Yeniliğe ve devlete karşı ayaklanmayı, hak olarak görürlerdi.”
Kısaca, devşirmelerin aynı zamanda yabancılarla da “işbirlikçilik” yapan, “yabancılaşma ve yozlaşmaya” neden olan ‘korkunç’ yaratıklar olduğunu ‘ispat eden’ yazar, sayısının az (ya da çok olduğuna karar veremediğimiz) ama çok etkili “200 binlik hain nüfusu”nun bugün kimlerden teşekkül ettiğini ifşa ettiğinde esas vurucu noktayı koyuyor.
İşte “yoğun bir yozlaşma ve yabancılaşma yaşayan” hainlerin mesleki dağılımı:
“Politikacılar başta olmak üzere kimi üst düzey kamu yöneticileri, iş adamları, gazeteciler, akademisyenler, sanatçılar ve aydınlar...”
Hainlerin ideolojik ve siyasal aidiyetlerine göre yoğunlaştıkları, başka bir ifadeyle, “Türklüğü ezen, onu yok sayan Osmanlı tutumunun, özellikle de devşirme anlayışının, günümüze taşındığı” çevreler ise şöyle:
“Arapçılığı sürdüren siyasi İslamcılar, batıyla bütünleşen Müslüman demokratlar ve uygarlığı batıcılık sayan şekilsiz aydınlar...”
“Politikacılar başta olmak üzere...” ve “Arapçılığı sürdüren siyasi İslamcılar” ibareleri sayesinde, bizim gibi ‘aydın müsveddeleri’ ‘en hain’ olmaktan kurtulmuş oluyoruz...
Milli spor olarak “hain aramaca”
İnsanların geçmişlerinde, kökenlerinde, kanlarında ‘ihanet’ arayan bu gayretli vatan evlatları sadece “Siyasi İslamcı düşmanı Atatürkçüler” arasında bulunmuyor şüphesiz...
Hain aramak, neredeyse milli sporumuz... Atatürkçü yazarımızın çok fena sinirlendiği “Arapçılık yapan İslamcılarımız ve politikacılarımızın” da hiçbir farkı yok... 27 Mayıs darbesini yapanlardan, 12 Eylülcülere; 28 Şubat darbecilerinden,28 Şubat mağduriyeti sonrasında, para ve güç ile ikbal kazanan yeni kibirli muktedirlere kadar hepsi yukarıdaki Atatürkçü yazarımızın mantığını kullanıyor...
Mesela yazarımız ve benzerleri, başkaları tarafından Osmanlı’ya yani kendi tarihimize yabancı olmakla yani atalarımıza “ihanet etmekle” suçlanıyorlar. Dolayısıyla, bu yazar da birilerine göre “hain” kategorisine giriveriyor.
Bu aslında bir habitus; varolmak için gerekli bir yol yordam... Hem tekrar eden hem de zamana göre uyarlanıp, kullanana güç veren bir usuller toplamı...
Hep birlikte, yani Atatürkçüler ve onların beğenmediği “İslamcılar” (aslında sadece “zengin yeni-muhafazakarlar” ya da kısaca “neo-con” türedi zümre desek,yetecek), hepsi çok ‘yerli’ (!) oldukları için, işlerine gelmeyeni “topluma yabancı” ilân ediyorlar...
Çoğunlukla “yabancı” suçlaması yetmiyor tabii ki... Klasik milli suçlamalarımız arasında, suçlanan kişinin “kan grubunda” Ermeni, Rum vb. kanı aramak da var mesela...
‘Hainlere’ atfedilen bir başka özellik ise “parayla beslenmek”...
Hatırlayalım... Bir zamanlar, başörtülü öğrenciler üniversitelerin kapılarında laikçi rektörlerin travmalar yaratan tacizine ve şiddetine maruz kalırken, İslamcı erkekler (başlarında örtü olmadığı için) ellerini kollarını sallayarak üniversitelerinde derslerine girebiliyorlardı. Ya da 28 Şubat öncesinde maneviyatçı-mukaddesatçı olarak bilinen bir çok akademisyen 28 Şubat ve sonrasında, bir anda üniversitelerin kapılarında yasakçı rektörlere koltuk değneği oluvermişlerdi.
Ve o dönemden AKP dönemine uzanan zaman dilimi içinde başörtülü kadınların mücadelesine destek olanlar da Ergenekoncu, laikçi ya da Atatürkçü kesimler tarafından “AKP’den para almakla” suçlandılar...Hoş, hâlâ suçlanıyorlar... “Yetmez ama evet” deyip, AKP’nin bugünkü Türkiye’sine sebep oldukları için; yani “ihanet ettikleri” için...
Bugünkü muktedirler ve onların çıkarlarını ideolojik cilalar içinde sunan kesimler de aynı iddiaları salvoluyorlar. Aslında bu minvaldeki bütün suçlamaları dile getirenlerin çoğunlukla aynı kategoriye girdiklerini söyleyebiliriz... Tabii ki, diğer yandan, her zaman, her duruma uyum sağlayanlar var... Dün Kemalist bugün İslamcı görünümlü olan; dün bir “görevi”, bugün başka bir “görevi” yerine getiren “görevliler” bunlar...
Fakat bu arada iki mesele var ki, değinmeden geçemeyeceğim...
“İş bilenin kılıç kullananın”
Nedense, bir zamanlar başkalarını “para almakla” suçlayanların kabız ideolojik şartlanmışlıklarla bu tür yollara tevessül ettiklerini düşünürdüm. Ancak, zaman içinde, bu kadar çok “para alma” iddialarına başvuranların aslında bir yerlerden ciddi bir şekilde nemalandıklarına dair ciddi kuşkular oluşmaya başladı bende... Çünkü, gördük ki, genellikle kabul ettirilmek istenen fikriyat ve politikaların hep inanılmaz paralar karşılığında, lobilere, yazarlara, gazetelere, üniversitelere yaptırıldığını öğrendik. Fikriyatı beğenilmeyenlerin ise tam da gene parasal olarak çökertildiğini, işlerinden atıldığını gördük.
İkinci mesele ise yukarıdaki yazarımızın Fuat Köprülü’den aktardığı bir özdeyişe ilişkin... Köprülü’ye göre “iş bilenin kılıç kullananın” özdeyişi, Türkçeye devşirmeler tarafından yerleştirilmiş bir söz imiş... Bunun doğru olup olmadığını ben kontrol edemem; zaten bu çok önemli değil...
Önemli olan “iş bilmek" gibi, masumiyeti pek de garantili olmayan bir fiilin “kılıç kullanımıyla” yan yana gelmesi... Yani Köprülü’nün ve yazarımızın dikkat çektiği “iş bilmek” ve “kılıç kullanmak” fiillerinin yan yana gelip, bu sözün Türkiye’de oldukça yaygın bir söz olması, başlı başına bir anlam ifade ediyor.
Gücün ve üç kağıdın ne kadar çok içiçe geçtiğine dair bir anlam bu...
Yani meseleleri, aslında “yabancı kökenli” birilerini bulmak olmayan; fakat topluma ilişkin de zaten hiçbir derdi olmayan, bu yüzden topluma ‘yabancı’ ama ‘kılıç desteğinde bildikleri işlerine’ çok yakın olan ‘sağcı-solcu-İslamcı-Kemalist vatanperverler’ bunlar...
Bu arada basın özgürlüğü sıralamasında (‘Türkiye düşmanı lobiler, yabancı emperyalistler’ bizim aleyhimize rakamları değiştirmedilerse) Türkiye 180 ülke arasında 151. sıradaymış... Ve karşılaştırma yapabilmek için bir not: Güney Sudan, Türkiye'nin 11 sıra üstündeymiş...
FERHAT KENTEL / HABERDAR
Yorum Yap