- 19.05.2015 00:00
“Müslümanlığı” bol perdeden kullananlar HDP barajı geçemezse kendi hanelerine yazılacak bedava milletvekilleri hakkında sessizler.
İktidar ve çevresindeki halkalar bu konuda “helal” ve “haram” kavramlarıyla düşünmeye pek yanaşmıyorlar. Helal ve haramı hatırlatacağı için, bizzat barajın kendisini sorgulamak işlerine gelmiyor.
Tabii işin bu tarafı, doğrudan siyaset sınıfı ve o sınıfın etrafındaki organların yaptıkları “reel” siyaseti ilgilendiriyor. Yani iktidarı ve iktidardaki “yeni sınıf”ı korumak için, kabaca her yolu mubah kılan “reel” siyaseti…
Ancak öte yandan, en ortalama haliyle Müslümanların paylaştıkları en temel unsurlar nelerdir diye sorsak, herhalde şu kadarında herkes anlaşır:
İslam tabii ki namaz, oruç, zekât ve benzeri ibadet pratiklerinden oluşan bir din, Allah’a inanmanın yollarından biri… Ama bu kadar değil… Dinle pek arası olmayan cenahtan bazıları, Müslümanlık için vahşilik, terörizm, afyon falan gibi laflar etse de, Müslümanlık başka bir “ruh hali”… Geçmişle geleceği birleştirmek, insanı kâinatın içinde hem eşsiz, hem mütevazi yerinde kabul etmek; saygı duymak, sevmek…
Ama aynı zamanda, iktidarların eline geçmediği sürece direnişçi bir duruş; yeryüzünde hiçbir insan kulunun icad ettiği sembole, güce teslim olmamak, Allah’tan başka kimseye teslim olmamak demek…
Peki bu durumda, bir takım siyasi karakterlere tapınmanın anlamı ne olabilir? O tapınılası kişinin hiçbir hata yapmayacağına inanmak ya da hata yaptığını düşünmek ama buna rağmen sesini çıkarmamak; konuşursa maaşından ya da saray avlusundaki yerinden olmaktan korkmak nasıl ve kime teslim olmuşluktur?
Ya da İstanbul’u inşaatlarıyla mahveden familyadan numunelik bir müteahhit Ağaoğlu’nun dernek basıp, ana avrat küfretmesindeki yozlaşmaya dikkat çekecek “Müslümanlar” saray civarında var mıdır?
Dün kadar AKP’nin azılı düşmanı olan birinin, Yiğit Bulut efendinin saray danışmanı olunca yani “bizim adam” kategorisine geçince, her şeyiyle “mükemmel” kabul edenler de herhalde Müslümanlığı “reel”; yani olabildiği kadarıyla, yani “bu şartlarda ancak bu kadar” mantığıyla yaşayanlar olmalı…
Hatırlarsanız, geçtiğimiz günlerde, İslami muhafazakarlar “yaza merhaba” cemiyet (bildiğimiz sosyete) günü yapmışlardı. Ve İslam’ı “reel” düzeyde değil; bu “reel”e karşı mesafe koyarak anlatan Fatma Barbarosoğlu (sanırım daha başka yazarlarla birlikte), bu gösterişçilik karşısında, “artan zenginlik ve refaha rağmen, eksile eksile yaşıyoruz” diyerek eleştirel bir tavır takınmıştı.
Barbarosoğlu’nun duygusunu anlamak hiç zor değil. Sosyalist iseniz, etrafta “sosyalizm” adına dolaşıp, abuk sabuk tavırlar takınanlardan; acı çekmiş bir Kürd halkının demokratik kazanımları için uğraşan biriyseniz, etrafta Kürdlük adına konuşup, “devletimizden pek memnunuz” diyenlerden ve buna benzer insanlardan tabii ki utanırsınız. Bu tüketimci ve gösterişçi Müslümanlardan utanmak gibi…
Ancak bu gösteriş ve tüketim de gayet normal bir durum… Bir sıfatı ya da başörtüsünü takınmak hiçbir zaman otomatik olarak “iyiliğin” garantisi olmadı ki… Hele iktidara yakınlaşan, iktidar dilinin içinde evrilen toplumsal hareket mensuplarının bu “iyilikten” uzaklaşmaları da gayet bilinen bir durum…
Peki tamam da… o muhteşem Tezkire dergisinde yazılıp çizilen onca makalenin ruhu, o makaleleri yazanlar nereye gitti?
Uzun tahlillere gerek yok; iktidarla dans edenlerin ruhsuzlaşmasını, bir zamanlar Tezkire’de Ömer Çelik’in yazılarından birinde bahsettiği “devlet tarafından istihdam edilmenin” getirdiği yozlaşmayla açıklayabiliriz.
Yani mesele sadece giyim kuşam, tüketim değil… Çok daha acıklı: kibir, vicdanın sıfırlanması, dilin pespayeleşmesi, yolsuzlukların örtülmesi, mutlak iktidar için her türlü izansızlık…
İnandığını yaşayan değil; yaşadığı “reel” dünyaya tapan, adına Müslümanlık dedikleri bir hayat tarzı işte… (BasHaber Gazetesi)
Yorum Yap