Kâbus senaryosuna karşı...

  • 27.08.2011 00:00

Tabii ki, kökenleri çok eskinin asimilasyon, inkâr, imha politikalarına dayanıyor ama o kadar geriye bile gitmeye gerek yok; Kürt sorunu 1980 sonrasında bambaşka bir boyut kazandı. Diyarbakır cezaevinde insan havsalasını aşacak derecede uygulanan işkenceler, köy yakma ve boşaltmalar, zorunlu göçler, faili meçhul cinayetler, Kürtler üzerindeki her türlü aşağılama politikaları ve hatta dehşetin gündelik hayatında “sosyalize olmuş” ve travma yaşamış çocukların Terörle Mücadele Kanunu marifetiyle yaşadığı yeni travmalar...

Bunların hepsi ve daha başkaları Kürt halkı üzerinde tarifsiz –ya da en basit ifadesiyle– bir “haksızlık” duygusu yarattı. Kürtlerin içinde önemli bir kesim bu haksızlığa “isyan” ederek karşılık verdi. Dağlar “gerilla” doldu. İsterseniz “militan” deyin, isterseniz “terörist” deyin, fark etmez; “bir avuç” oldukları söylenirken, dağlar “onlarla” doldu... Ve bugün Kürtlerin gene önemli bir kesimi “onlar” sayesinde “Kürt meselesi”nin konuşulabildiğini, onlar sayesinde onurlarını kazandıklarını düşünüyorlar...

Bu durumda şöyle bir soru gayet meşru herhalde: Türkiye Cumhuriyeti devletinde –ya da Kürt politikasını inşa etme konusunda şimdiye kadar etkili ve yetkili olmuş çevrelerde– bir “akıl” var mı? Yani uyguladığı politikaların sonucunun yukarıda sıraladığım şekilde olacağını biliyor muydu? Yoksa bilmeyecek kadar “aptal” mıydı? “Akla yatkın” cevap bir devletin bu kadar “aptal” olamayacağıdır, değil mi? Öyleyse, çok basit bir mantık kalıyor geriye: “devlet bu politikayı, bilerek ve isteyerek, bilinçli bir şekilde uyguladı”.

Öyleyse, devlet –ya da onun silahlı kolu– bu politikayı uyguladı, çünkü bütün dünyada, bütün orduların ihtiyacı “düşman”dır; düşmansız bir ordunun anlamı yoktur. “Düşman” sayesinde ordular, meşruiyetlerini korurlar. Bizim ordumuz için de bu geçerlidir. Ama bizdeki fark şudur: bizim ordumuz sivil siyasete de müdahale etme hakkının en doğal hakkı olduğunu düşünür. Bizim ordumuz “düşmanı” sayesinde kazandığı prestij ve meşruiyetle, “düşman tanımlama” iktidarıyla, iç siyasete –şimdiye kadar sayısız sefer ispat ettiği üzere– yasal kılıfına uydurarak ya da ona bile gerek duymadan tamamen illegal yollarla (Kontrgerilla, Ergenekon vs.) müdahale etme hakkını daimi kılar.

Diğer yandan, bütün bu yaşananların başka bir sonucu daha oldu. Sizi bilmem ama ben giderek daha fazla “ulus” lafını duyuyorum Kürtler arasında... Ve Türklerde de... Ama şimdiye kadar her tarafa çekilen “ulus” lafından daha farklı, “Kürtlerden temizlenmiş” bir ulus lafı... Yani “modern” dünyanın insanlığın başına bela ettiği bu ucube kavramla, Türklük ve Kürtlük “iki ayrı ulus” olarak yeniden tahkim ediliyor. Yerlerinden yurtlarından edilmiş bütün diasporaların özellikle ikinci kuşaklarıyla birlikte çok daha güçlenen “kimlikleşme” süreçlerine benzer biçimde, yeni Kürt kuşaklarında bu kelime çok daha “bilinçli” ve öfkeli biçimde “inşa oluyor”.

Ve işin (benim gibi komplo teorilerinden bucak bucak kaçan bir insanın bile aklına düşebilen cinsten) en komplo tarafı: “Büyük Ortadoğu Projesi” (BOP) dedikleri şey böyle bir şey mi yoksa? BOP BOP diyenler, ulusu tanrılaştıranlar, ulusalcılar bizzat o “bölücü BOP”un parçası, meşrulaştırıcısı olmasınlar?

Ve acaba Türk ulusu ve Kürt ulusu diye zihnimiz giderek şekillenirken, mesela, şimdiye kadar sayısız sefer olduğu gibi “tehcir”, “şehirlerde temizlik” gibi derin operasyonlarla yeniden “homojen bir Türklük” hesabı olabilir mi?

Belli olmaz, olur... Mesela Bob Jessop’a göre “stratejik-ilişkisel” bir aygıt olarak devlet için esas olan devamlılıktır; bu devamlılığı sağlamak için en kutsal olduğunu iddia ettiği unsurlardan bile –toprak gibi– vazgeçebilir; “safra” atar ve yoluna devam eder. Bizim de –saflaşmış Türkleri yönetecek türden– totaliter, faşist yeni bir TC’miz olur...

Ama bu senaryoyu devletin “aklıyla” üretmiş olabileceği fikri yerine “aptallığından” ya da karmaşık ilişkileri içindeki kavgaların “beklenmeyen sonuçlarından” ötürü ortaya çıkmış olabileceği fikrini tercih ediyorum.

Çünkü çocuklarını dağlarda kaybetmiş olan Kürt kadınları askerlerin öldürüldükleri yere gidip beyaz tülbentlerini bıraktılar; Diyarbakır’da onlarca sivil toplum örgütü ve siyasal parti biraraya gelip “silahlar artık sussun, barış olsun” diye seslerini yükselttiler.

Ve inanan, inanmayan, başka dinlere inanan, İslam’a inanıp Ramazan’a ve bayramına bambaşka anlamlar verenler...  


Bayramınız kutlu olsun!

Önümüzdeki bayrama ne anlam verirseniz verin ama bu bir “bayram” ve bu bayram insanoğlu ve insankızının binlerce yıllık gelenek ve hafızasından süzülüp geliyor. Ölümü değil, yaşama arzusunu, sevincini yüzyıllardan bugüne taşıyor.

Çok büyük iddialarla, her şeyi bildiğini iddia eden “insancık” halimiz karşısında, bu kadar koskocaman bir hikâye bir şey ifade etmiyor mu?

Sadece protokollerde, görüntüyü kurtarmak için ya da laf olsun torba dolsun diye değil; bayramı, binlerce yıllık bir “anlamı” gerçekten o uzun hikâye eşliğinde düşünün ve “kutlayın”!


Öldürmeyi değil, yaşamayı ve yaşatmayı düşünün yahu!


ferhatkentel@gmail.com

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums