Tiksinme

  • 16.03.2013 00:00

 Türkiye barışı konuştukça, birileri (ya da belki hepimizin içindeki birtakım dürtüler) iflah olmaz bir şekilde “ihanet” diye bağırıyor. Bir sürü sebebi vardır muhtemelen; mesela küçüklüklerindebabalarından çok dayak yemiş olabilirler, herkes gibi ama ortalamadan muhtemelen biraz dahayüksek dozda otoriter endoktrinasyona maruz kalmış olabilirler vs. Bu tür kişisel sebeplerin yanısıra tabii ki toplum olarak yaşadığımız değişim, değişimin sabitleşmiş paranoyak milliyetçi kafalarda yarattığı gerilimler, travmalar da büyük rol oynamıştır.

Bu tür travmatik gerilimlerin evveliyatı da muhtemelen oldukça eskiye dayanıyor. Ama belli ki Türkiye’de her geçen nesle dayatılan ezberler bugün sarsılırken, bu ezberlerle büyümüş olan insanlar boşluğa düşüp kaybolmaktan dehşet bir biçimde korkuyorlar.


“Kültürümüzü koruyalım”

İşin garip ama çok önemli bir tarafı da şu ki, aynı insanlar bizzat değişimi de yaşıyorlar. Bu değişim arzusu ve değişimden duyulan korkunun ortalama hâline, başta Ziya Gökalp olmak üzere, ama sadece onunla sınırlı kalmayan, Cumhuriyet’in kuruluşunda İslamcılara, Osmanlıcılara, Türkçülere vs. de uzanan bir ideolojik yelpaze altında kalmış olan herkeste biraz rastlanabiliyor.

Yani herkesin kafasında kabaca bir “medeniyet” ve “hars” ikilemi ya da “Batı’nın teknolojisini alalım, ama ille de kültürümüzü koruyalım” gibi bir formül var.

Ama işin acıklı yanı şu ki, böyle bir “teknoloji apartma” ve “kültür koruma” aynı anda mümkün değil. Ya da teknolojiyi aparttığınız zaman, belki en fazla müzelerde kültürün turşusunukurabilirsiniz. Yaşamayan, utanılan, ama bir şekilde de “korunması gerektiği” konusunda öğrenilmiş bir bilginin yapıştığı bir kültür...

“Kalkınalım, ilerleyelim, büyüyelim” dendiği andan itibaren, “kültür” denen (aslında neyin kastedildiği pek de bilinmeyen ya da ilgili aktörler tarafından mutabakat sağlanmayan) şeye pek yer kalmıyor.“Kültürümüz” terk-i diyar eyliyor. Kabaca, gökdeleni şehrin ortasına diktiğiniz zaman, aile, komşuluk, yardımseverlik, misafirperverlik, dindarlık falan biraz lafta kalıyor. Ya da vitrin süslemesi gibi bir pozisyona çekiliyor.

Dolayısıyla hem bir değişim arzusu hem de değişimden duyulan korku at başı gidiyor. “Eski” ve “yeni” hem kavga ediyorlar hem de iç içeler.

Bir yanda, okulda, sokakta, kamusal alanda öğrendiğimiz otoriter ve modernist eski tarafımız var; diğer yanda ise hem özendiğimiz yenilikler, tüketim, daha iyi yaşama arzumuz var; İttihat Terakki’den, Kemalist kadrolardan beri varolan Avrupalı gibi olma arzusu, biraz kıskançlık, süper cep telefonlarına özenme, beyaz adam olma arzusu...


“Yok edemiyorsan tiksin”

Ancak diğer yandan, bugün “değişim” dediğimiz şey çok daha zengin. Sadece tüketim kalıplarında değil; şimdiye kadar kendimizde yabancılaştığımız kültürel hasletlerimizi (Müslümanlığımız, Kürtlüğümüz, Çerkesliğimiz, Aleviliğimiz, Ermeniliğimiz, kadınlığımız...) yeniden keşfetmeye, kendimizi bu hâlimizle kabul ettirmeye çalışıyoruz. İşte tam burada mengeneye sokulup zapturapt altına alınmış eski tarafımız değişim isteyen bu tarafımızdan korkuyor. Daha da kötüsü, bu değişimi kendimiz beceremeyip, başkalarında gördüğümüzde, korku nefrete dönüşüyor.

Mesela geçtiğimiz 10 martta gerçekleştirilen 8 Mart “Kadınlar Günü” mitingi sonrası, “konuşan Kürtlerden nefret eden” bir grup faşist futbol taraftarı, “kolay lokma” olarak gördükleri kadınlara, yakınlarına ve çocuklarına saldırdılar, bıçakladılar, yaraladılar.

Bu futbol taraftarları nefret ettiler ve polisin gözü önünde performanslarını sergilediler. Ancak, gene de “sivilize” olmuş ve milliyetçi tornadan geçerken, birbirinize cesaret verecek bir kalabalık değilseniz, öldürmenin “her zaman mümkün olamayacağını” söyleyen bir “bilgimiz” var.


Bu bilgi sayesinde “öldürmüyoruz” ama “tiksiniyoruz”.
 Ötekisine, bizim örttüklerimizi, içimizde bastırdıklarımızı alenen konuşana, içindeki engelleri yıkıp, bizdeki “ötekilikleri” hatırlatana karşı tiksiniyoruz.

Kimileri şimdiye kadar inşa edilmiş kutsallıklarının arkasına saklanıp, “sözde vatandaşlar” diye tanımladığı insanlardan tiksiniyor; kimileri “hoca” kimliğiyle üniversiteyi kendi malı görüp, sınıftan içeri giren başörtülü öğrenciye tiksinerek bakıyor. Başkaları “ötekilerinin” dinlediği müzikten tiksiniyor, mahallesine gelmesinden tiksiniyor.

Ve tabii ki, “eskiyen” tarafımız barıştan da tiksinecek... Ama “yeni”nin, barış umudunun yarattığı iyileşme başladı bile...


ferhatkentel@gmail.com

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums