Barışa ve korkaklıklara dair...

  • 23.02.2013 00:00

 Uzun zaman sonra inadına iyimser olmak, bu şekilde ortalıkta dolaşan şiddet dillerine teslim olmamak için direnmek “gerekli bir şey”ken, bugün iyimserlik kendiliğinden gelip insanı kuşatıyor. Sağdan soldan gelen demeçler, açıklamalar, tutum ve tavır alışlar “evet, bu iş olacak; bu memlekete barış gelecek!” dedirtiyor insana. Sürmekte olan barış müzakereleriyle birlikte, insan derin bir yerlerde, karanlıkta ya da kurtların o çok sevdiği puslu havalarda debelenmekten kurtulup, sanki yüzeye çıkmaya başlıyor.

 
Tabii, farkındayım; hiç kolay olmayacak bu... Daha kimbilir, ne Sinoplar, ne Samsunlar, ne Dörtyollar tezgâhlanacak... Ya da bırakın tezgâhı; daha kimbilir nerelerde milliyetçiliğin korkak ve yalancı ve de düşmanlık üreten dehlizlerine itilmiş bu memleketin insanları düne kadar ölesiye düşman belledikleri insanlarla konuşuluyor olmasına tahammül edemeyecekler. Onların arasında birileri zihinsel konforlarının ve ezberlerinin bozulması karşısında galeyana gelecekler.
 
Evet, ama o “korkudan beslenen galeyan dili” artık o kadar da güçlü değil. Çünkü barışın dili artık sadece üç beş tane aktivistin, aydının, solcunun dili değil. Barış sadece “güzel bir ideal” ya da güzel, romantik bir kelime değil. Barış artık “gerçek”; derimizin üzerinde hissettiğimiz bir ihtiyaç; karabasan gibi çöken ölümlerin, evlat acılarının üzerine kendini dayatan bir ilaç. Hiçbir kuru kahramanlık palavrasının veya kutsal amacın örtemeyeceği kadar, “ama, mama” dedirtmeyecek kadar “gerçek”...
 
Bu yüzden Sinop’ta dört tane insana saldırarak erkekliklerini ve milliyetçiliklerini parlatan güruh sadece bir küçük “güruh” olarak kaldı. Çünkü barışın dili aslında Sinop’ta da, Samsun’da da bu korkak erkeklik dilinden çok daha güçlü ve çok daha fazla cesaret taşıyor.
 
 
Hafızadan sızan güvensizlik
 
Evet, barışın dili çok daha cesur. Çünkü dün Madımak’ta birbirilerinin arkasına saklanarak insanları ateşe verenler de korkaktı. Misyonerler üç tane Müslüman’ı Hıristiyan yaptılar diye kendinden geçen, “din” falan değil, değişmez bir “öz” derdinde olanlar da korkaklığın zirvesindeydiler. Hrant’ı öldürdükten sonra kahraman edasıyla bayrağın arkasına saklanıp poz verenler de korkaklıklarını sergiliyorlardı. Kendi “öz”ünden emin olamadığı için, kelimelerin somutluğuna çıkamasa da, derinlerde bir yerde huzursuzluk veren bir hafızadan ötürü herkesten çok Türk olmaya çalışanların, bu alanda mangalda kül bırakmayanların da korkudan başka bir sermayesi yok.
 
O kadar çok güvensizlik içindeler ve o kadar çok korkuları var ki... Ancak başkalarını “günah keçisi” yaparak kendilerini huzura eriyormuş gibi hissediyorlar. Sanal âlemde devlet babadan, öğretmenlerinden yedikleri darbelerle kırılmış erkeklik duygularını galiz küfürlerle, şiddetle onarmaya çalışan ergenler, ya da ergen kalmış yaşlıların yaptığı gibi...
 
O canım ormanları HES barajlarıyla yok eden, o canım tarım toprakları sanayi atıklarıyla zehirlenirken kılı kıpırdamayan “toprak budalaları”... Milleti ve erkekliği namus meselesinin arkasına saklayan ve bu yolla her türlü namussuzluğu yapma hakkını kendinde gören, “vatanım, milletim!” diye bağırarak kendinden geçen, iğdiş olmuş insanlık hâlleri...
 
Bu “hâl” için hedefin kim olduğu önemli değil. Ve o hedefi yok etmek için takınılan dil de önemli değil. Kimsede kötü bir “öz” yok yani, ama korku eşliğinde “özleşme” çabası var.
 
Bütün bu vahşet üreten korkuya “hak vermek” değil belki ama, bu kadar çok korkan insanlık hâlini “anlamak” lazım. Çünkü ulus-devletin acımasız tornasından geçtik hepimiz. Allah’tan “barışmam da, barıştırmam da!” diyen küçük bir azınlığın dışında çoğumuz iyileşmeye başladık.
 
*
 
 
» Bugün 23 şubat. 1944’te Çeçenler, İnguşlar, Karaçaylar ve Balkarlar gibi Kuzey Kafkasya halklarının topraklarından sürgün edilişinin yıldönümü. Stalin’in diktatörlüğünde simgelenen Sovyet totalitarizminin “ihanet” söylemleri eşliğinde yarattığı bir insanlık felaketi. Daha sonra Kırım Tatarlarına da aynı zulüm reva görüldü. Şimdi birbirimizin vatandaşıyız. Onları duymak, iyileşmemize ve iyileştirmemize katkıda bulunacak.
 
 
» Berfo Nine’nin 105 yıllık ömrü devletin kaybettiği oğluna ulaşmaya yetmedi. Berfo Nine oğlu Cemil Kırbayır’ın kemiklerini 33 yıl aradı; oğlunun katili Kenan Evren’in yargılandığı 12 Eylül Mahkemesi’ne kadar gitti. Artık nefesi yetmedi. Allah rahmet eylesin.
 
 
ferhatkentel@gmail.com
 

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums