- 12.11.2015 00:00
HDP'nin karşılaştığı en büyük sorun AKP (=devlet) baskısı değil. O baskılarla boğuşa boğuşa zaten bugünlere geldiler. Yine boğuşurlar.
Fakat şimdi yeni bir durum (ve sorun) var. HDP gibi bir oluşum, esas olarak barış dönemi oluşumudur. Savaş yıllarında böyle bir oluşumun ortaya çıkmasının hiçbir koşulu yoktu zaten. Savaş dönemlerinde Türklerin çoğunluğunun kulağına zaten hiçbir akl-ı selim söz işlemez. Sadece o da değil: Savaş dönemlerinde Kürt halkının da ihtiyaç duyacağı örgüt, HDP gibi bir örgüt olmaz!
Dolayısıyla, HDP'ye umut bağlayanların bu partiyi savaş dönemine sokmamak gibi bir önceliğinin olması gerekiyor. Daha fazla ilerlemeden şunu da söyleyeyim: HDP'nin 1 Kasım'da aldığı sonucu başarısızlık olarak görmüyorum. Beni şaşırtan 7 Haziran seçimleriydi; zira bu civardaki oyu beklediğim seçim oydu. O seçimde stratejik olarak oy verenler, şiddet sarmalıyla birlikte geri çekildiler. Ve HDP -an itibariyle- daha sahici bir tabana oturmuş oldu. Elbette AKP'nin şiddet çağrısına yanıt verilmemiş olsaydı 7 Haziran'ın o olağanüstü koşullarının sunduğu imkan sayesinde alınan stratejik oyları daha da arttırmak mümkün olabilirdi; ama PKK'nin devlet şiddetine yanıt vermesiyle birlikte o olasılık ortadan kalktı. (Bu saptamaya itirazı kestirebiliyorum. "Şiddet, karşılıksız mı bırakılacaktı?" Yanıtım 80 milletvekilidir! O şiddete karşı örgütlenebilecek devasa parlamento içi ve dışı sivil bir siyaset ve direniş hattı...) Olan oldu; ama geldiğimiz noktada maalesef daha kaybedeceklerimiz var: Şiddet devam ettiği sürece 1 Kasım'da alınan oyu da alamayabilir HDP.
İşin kötüsü, HDP'nin şiddeti engelleyecek ve –dahası- Kürt Siyasetini önümüzdeki dönemde belirleyecek esas dinamikleri etkileme gücü de sınırlı. Son tahlilde koskoca bir Ortadoğu meselesini konuşuyoruz. Bu sürecin belirleyici dinamikleri sadece Türkiye içinde ya da sadece Türkiye'de uygulanacak siyasetlerle belirlenmiyor. Kürt Hareketi, Rojava'da bir devlet kuruyor! Uluslararası dinamikler, Türkiye-içi dinamiklerden çok daha etkili... Hareketin öncelikler listesinin başında Rojava'nın gelmesi bütünüyle anlaşılabilir bir durum...
Bu durum ise şöyle bir gerilim doğuruyor: HDP'nin samimi olarak Türkiye partisi olma iradesi ile bu uluslararası bağlam arasında bir mesafe, bir açı oluştu. Bu açının bütünüyle kapatılabileceğini düşünmüyorum. Yine de yapılabilecekler var. Fakat her ne yapacaksak bunun birincil koşulu HDP'nin Türkiye'de güçlenmesinin Kürtlerin Ortadoğu'daki siyasetlerine -ve haklarına- olumlu bir katkı yapacağını kabul etmekten geçiyor. Fakat bu olumlu katkı, doğrudan bir katkı ol(a)mayacak. İki nedenle: Birincisi, HDP Ortadoğu siyasetine müdahale için değil; Türkiye siyasetine müdahale etmek için kuruldu. Ortadoğu'yu aşan ve/veya onunla ilgisiz bir çok mesele HDP'nin ana meseleleridir; öyle olması gerekir. Bütün bu meselelere Türkiye'nin demokratikleşmesi meseleleri diyelim: Ülkedeki bütün halkların ve inançların yurttaşlık hakları, kadınlar, LGBTİ'ler, ekolojik sorunlar ve elbette emekçi sınıfların sorunları HDP'nin esas politik zeminidir. Ve HDP -kuruluş ilkelerine bağlı kaldığı sürece- bunlar arasında hiyerarşik bir ilişki kuramaz. HDP'nin Ortadoğu siyasetine müdahale imkânları zaten dolaylı olmak durumundadır. Ortadoğu alanının aktörleri HDP'den özerktir veya öyle telakki edilmek durumundadır. Sözün özü, HDP'nin Ortadoğu siyasetine katkısının ancak dolaylı olabileceğinin birinci nedeni bizzat kuruluş dinamiklerinde ve nedenlerinde aranmalıdır. Öte yandan bu katkı azımsanacak bir katkı da değildir ki bu da ikinci nedene getiriyor bizi: Müesses nizamın tıpkı bir zamanlar "Kuzey Irak" dediği gibi şimdi de "Kuzey Suriye" demekte ısrar ettiği bölgede bir Kürt bölgesi/devleti vs. kurulacaksa bunun tarihsel ve haklı nedenleri olduğunu Türklere anlatmak ve Türkiye'deki siyaset alanını -başka birçok konuda olduğu gibi- bu konuda da dönüştürmek gibi önemli bir işlevi olacaktır HDP'nin. Kurulması muhtemel devletin, esas olarak HDP’nin Türkiye’de yürütme iddiasında olduğu çok-kültürlü, katılımcı siyasetin bir yansıması olacağının anlatılmasından bahsediyorum.
Eğer bu iddialar doğru ise - ki yanılıyor da olabilirim- o takdirde HDP'de siyaset yapanların birincil önceliğinin bu partiyi Türkiye'deki bütün mağdurların ve kendileri tarihsel bir mağduriyet yaşamamış demokratların partisi yapmak gibi bir önceliği olması gerekir. Bu da doğruysa yazının başına dönme zamanıdır: HDP, Devletin(=AKP) baskısıyla, hilesiyle, hurdasıyla uğraşma konusunda şerbetlidir. HDP'yi HDP yapan tarih zaten bunu söylüyor. Fakat şimdi yeni bir durum var: Bu hile hurdayla yasal zeminde, parlamentoda da uğraşabilecek, “hayır” dediğinde etkisi olabilecek, Türkiye solunun tarihinde görülmedik bir başarıya imza atmış ve Kürt Hareketinin mücadele zemininden yükselen -ama yeni!- bir özne olarak doğdu HDP… Böyle olmakla birlikte, yasal zeminde kazandığı o göz kamaştırıcı başarı ve güç dışında da başka hiçbir gücü yok! Sorun bu gücün önünü açmaktır. AKP'nin (=devletin) korktuğu PKK değildir. 30 yıldır hangi hamlelerine ne yanıt alacağını, o yanıtlara nasıl kahredici bir şiddetle karşılık vereceğini, "milli mutabakat"ı nasıl kuracağını, medyayı nasıl bir "milli seferberlik" içine sokabileceğini gayet iyi öğrendi devlet... Nasıl başa çıkacağını bilemediği ise parlamento içindeki devasa HDP varlığıdır. Sadece AKP de değil! Devletin bütün kurumları, "bebek katili" dedikleri insanların aldıkları oy oranında RTÜK'te -koalisyon olsaydı MGK'da!- vs.'de temsil edilecek olmalarını engellemek için seferber olmuş durumdalar. HDP'yi marjinalleştirmek, bir AKP projesi değil; devlet projesidir.
Eğer bu saptamalar da doğruysa -ki yanılıyor olabilirim!- geldiğimiz konjonktür itibariyle PKK eleştirisini içermeyen bir HDP savunusu mümkün olmaktan çıkmış demektir. HDP'nin siyasal zeminini daraltan esas unsurun şiddet olduğunu 1 Kasım bize gösterdi. Hiçbir örgüt veya kişi eleştiriden azade değildir. Hele de solda siyaset yapıyorsak! Bu eleştirilerin hepsi HDP-içi eleştirilerdir. Kimisi doğru, kimisi yanlış, kimisi doğruyu ve yanlışı aynı anda barındıran samimi eleştiriler... Bütün bu karmaşadan iyi bir şeyler çıkarmak da örgütlerin ferasetine kalmıştır... Ama bütün iyi niyete rağmen bu örgüt(lere) yapılabilecek en büyük kötülük, eleştiriyi boğmaya çalışmaktır.
Yorum Yap