- 16.03.2014 00:00
Türkiye’nin handikaplarıdır; biri diğerine gözdağı veriyor, bir başkası başkasına yan bakıyor, kimisi de başkasına bağırınca kendini bir şey sanıyor. Hele, “sen kim oluyorsun?” sorusu her halde en çok Türkiye’de kullanılıyor ne dersiniz, mizaha da konu olabilecek kadar; Türkiye’de insanlar birbirinin pek tanımıyorlar galiba.
Aslında bu anormal hallerin nedeni kimi yetersiz insanların bir zamanların JİTEM uzman çavuşları mantığıyla hayata bakmaları, başında bulunduğu kurumu bu şekilde idare etme meselesidir.
Peki ne yapalım?
Bakanlığın il temsilcisi durumunda olan yetkilileri, il müdürlerini önce “Yönetim akademisine” alacaksınız, medeni bir yönetici kurumu nasıl idare eder, çalışanları ile nasıl iletişim kurar, kurumun toplam kalite verimini nasıl yükseltir, bunları öğrendikten sonra ataması yapılmalıdır.
Ayrıca kaç yıllığına bu kurumun başında olacak? kurumu nerden nereye getirecek? bu konuda elinde bir eylem planı var mı? Yok mu? Yapmayı taahhüt ettiği çalışmalar akla uygun mu? yoksa gelişi güzel hayaller mi? Böyle bir donanımla kurumu kendisine teslim ederseniz, her geçen gün yapacağı işi olur, kendini muhasebeye çeker bir eksik aksak varsa tamamlamaya çalışır, yerli yersiz bağırıp çağırmaya, çalışanlarının moralini bozmaya fırsatı olmaz, hem kim demiş ki bir baş hekim bir hademeden daha kıymetlidir. İnsana bakış açımız oturduğu koltuğa bağlı oldukça halimiz böyle olur.
Bu sene bir münasebetle tıp fakültesinin temizlik işletme müdürünü ziyaret ettim, gayet kibar ve düşünce adamı, bir o kadar da bey efendi kendisine hitaben dedim ki, “Arkadaş senin görevin en az baş hekimin görevi kadar önemlidir bence, çünkü temizliğin olmadığı yerde sağlık olmaz” her halde bu ifademi yadırgayacak biri olmaz değil mi?
Kamu hastanelerinin başına birilerinin adamını getirirseniz elinde bir eylem planı olmazsa zaman zaman boşlukta kalınca birilerine bu şekilde hava cıva ataması da beklenir.
Onun için diyorum ki böyle militarist insanlara üst düzey görev verilmek doğru değildir. Hani kelin saçı olmayınca berbere demiş ki, “saçımı tarama bırakın dağınık kalsın.” Böyle yeteneksiz insanları da kurumun başına getirerek sıkıntısının ortaya çıkmasına sebep olmayalım. Elinde eylem planı yok ki iş yapsın.
Hem bu görev nedir ki olanca gücüyle birileri dört elle koltuğa yapışıyor. Benim bildiğim görev bir sorumluluktur, fazla mesaidir, kendinden, ailende ödün vermektir, yani iş yapmak niyetiyle üstlenilmişse bir fedakârlıktır. Yok eğer başka bir amaçla göreve gelirseniz zaten neticen vahim olur.
Görevden alınanın üzülmemesini gerektiren bir durum olmadığı gibi verilen göreve hayır demek de doğru değildir. Mesleğinizin her kademesinde çalışma kabiliyetine sahip olmalısınız ki kurum işlesin.
Bir önceki sekreter Dr. Mehmet Güzel yersiz yere görevde alınca kendisine bir eksiklik mi meydana geldi? Hayır, üstelik daha huzurlu olduğuna inanıyorum. Kısacası olan kurumlara oluyor, olan halka oluyor. Hükümetin de hanesine kırık not olarak geçiyor.
Bize gücünü yasalardan alan, ancak informal ilişkiyi iyi kullanabilen ve kurumu nüfuzuyla idare eden, nitelikli kurum liderlerine ihtiyacımız var, bağırıp çağıranlara değil, bilmem anlatabildim mi?
Herkesin her yerde kendini birilerinin şerrinden emin ve güvende hissettiği günleri yaşamak dileğiyle…
Yorum Yap