Aşk olsun

  • 12.10.2012 00:00

 Mağdurluk farklılıkları hem birleştirir hem de farklılaştırır. Sayın Altan seksen küsurluk laikçi baskının yerine  “dinci Kemalizm” geldi gibi bir algıya kapılmış, tam “Beyaz Türk” endişesi diyebiliriz çünkü bundan benim haberim yok. Cehaletimin sınırsızlığı mağdurluğu edebiyatlaştıranlardandır.

Sayın Altan önce sizin “Benim solcularım” yazınızdan başlamak istiyorum. Halil Berktay’ın başlattığı 1 Mayıs 1977 katliamı tartışmasının üzerine bu başlıkla bir yazı yazmış, Halil Berktay’a Uganda Cumhuriyet’inde yaşıyor muamelesi yapmış sonra gazetenizdeki genç bir yazara “gençliğini” vurgulayarak çok bulaşmasaymış yaşı müsait değil diye dem vurmuştunuz. Siz acaba sizin solcularınıza “Devlet bize işkence yaptı” diyenlere “Referandumda ne yaptınız?” diye sormuş muydunuz?  Devletin yaptıkları ise mesele, örneğin bu devlet bana hiç unutamayacağım bir yara açtı, önüme kardeşimin cesedini koydu ve biz kardeşimi gömerken yanımızda hiç “yoldaş” yoktu. Benden babamı alan bu devlet uzun zaman sonra hayatıma yeniden geldiğinde gözümün önünde tutukladı ve babam yine kayboldu. Hatta 141. 142. 163. maddeleri büyüklerim Bakırköy “Özgürlük Meydanında” uçurtma uçurarak protesto etmek istemişti. Ben uçurtma nedir bilmezdim ve ilk kez uçurtma uçuracaktım, uçuruyordum da üstelik ama tam gökyüzüne ulaşacakken uçurtmamı kırmıştı bu devlet mavili kostümüyle. Fakat meselemiz devletin neler yaptığı değil artık bizim bu devlete ne yaptığımız. En somut hali de referandum da ne yaptığımız. Bana bunları yaşatan devlete karşı ben referandumda evet mi dedim hayır mı? Bu devleti bel kemiğinden kırdım mı? Kırmadım mı? Mesele tam da budur, at pazarında eşya seçmiyoruz yaşla solculuk olmuyor. Siz bence solcularınızla bir daha konuşun ve “Demokrasi cephesi” yazınızı bir daha gözden geçirin. Sürekli demokrasiden bahsediyorsunuz ama demokrasilerde “cephelere” yer yoktur.

Önümüzde hem cesetlerimiz, hem kaybolan çocukluğumuz var. Örneğin insan düşünmeden edemiyor ki, acaba küçük Ceylan Önkol katledilmeden önce ne düşünüyor ya da ne yapıyordu? Hangi oyunu oynuyordu kendince koyunları ile ya da neydi en büyük hayali diye? Fakat somut durumun somut tahlili diye bir şey var.  “Bana da anlatın” demişsiniz. “Türkiye bir tabu ve dogma arasında sıkışmış kalmış, bu ikisi arasında demokrasi yapma iddiasında olan bir ülkedir” diyen bir babanın oğluna bunları yazmak hiç haddim değil ama hata yapıyorsunuz Sayın Altan. Siz acaba salt mağduriyete işaret ederek böylece “karşı tarafı” sorumlu kılıyor ve böylece kendinize tüm diğerleri gibi sorumsuz bir siyaset alanı mı açıyorsunuz? Sayın Altan, “Başbakan Oslo görüşmeleri tekrar başlayabilir dediğinde Kürtlerin hakkı pazarlık konusu mudur?”  demek de neyin nesidir? Kürt meselesi bizim için elbette ki PKK ile yapılacak bir anlaşma değildir ama siz bunu bir de Oslo’da masadan kalkıp da Siirt’te dört tane genç kızı roket atarla öldürenlere, Ankara’da sigara molasına çıkan genç işçileri katledip de, oradan geçen insanları sakat bırakanlara sorun. Sorun bakalım, kim kimin hakkını pazarlık aracı olarak kullanıp da insanların hayatını ellerinden alıp, oylarını gasp ediyor. Sorun, kimler aslında mağdurun mağdurluğunun sürdürülebilirliğini sağlıyor? Mağduriyet acaba kimler tarafından yanlış siyasetin meşruiyet zemini olarak kullanılıyor? Zira bugün bence mesele Kürtlerin ne kadar mağdur olduklarında değil, mağduriyetin ardına saklanarak şiddet siyaseti yürütülmesinde ve “bugün” gayrı meşru olup olmadığı noktasında yatıyor. Siz sorularınıza bence Başbakan’ın söylediklerinden değil buradan yanıt bulabilirsiniz. Sizce meşrutiyetini mağduriyete dayandıran bir siyaset 21. yüzyılda ne kadar başarılı olabilir? O beğenilmeyen Ak Parti ile var olan konuşma imkânı yani talepleri elde etme şansı ne kadar değerlendirildi?  Yoksa “mağduriyet” siyaseti bugün mağdurları daha fazla mağdur mu etti?

Ak Parti’nin kongresinde Avrupa Birliği vurgusu yoktu doğru ama Anayasa vurgusu vardı. Başbakan’ın konuşmasında kitapçıkta yer alan kamu kuruluşlarında Kürtçe kullanımı yoktu ama bir zaman dilimi tanımayı hak ediyorlar. Zira söz uçar, yazı kalır unutmayalım. Zaten bu iki konuda AB’nin olmazsa olmazlarındandı. Başbakan, “Ben ne zaman Kürt sorununu çözmeye kalktıysam hem içerden hem dışardan engellendim, bu işin ticareti var” diyorsa eğer sormak lazımdır, Ergenekon Soruşturmasını neden dondurdun? Sayın Altan belki Uludere üzerine sorduklarınız da bu temele dayanıyordur.  “Temiz” siyasetin kolaylığını seçmeyin lütfen. Ergenekon Soruşturmasına, Jitem Davasına müdahil olmayanlarla aynı yere düşmeyin. İnsan yaşamının mağduriyetten aranıp da sürdürülebilirliği buralardan doğuyor, çünkü bizi mağdur eden devlet çorap söküğü gibi, bir yerinden tutulduğunda gelecek.  BDP ile PKK bugün mağduriyetten besliyorlar ve bu mağduriyetlerin artmasını sağlıyorlar, arttıkça da güçleri artıyor. Siz bu nasıl göz ardı edebiliyorsunuz?

“Geçmiş” diyorsunuz ya, işte o geçmiş değil mi ki Türkiye’yi yeniye gebe bırakan. Geçmişin içinden yeniliği yaratma ihtimali yok mudur? Bu ülkenin insanları bugün “Savaşa Hayır” çıktığı meydanlarda “AKP’ye Hayır” diye yürüyor. “Savaşa Hayırcılık” Ak Parti’yi yok etme eylemine dönüşüyor. Çünkü biz Ak Parti’yi devirmeye çalışanlardan kurtulamadık. “Onlar” hala insanların en masum isteklerini bile kullanacak kadar güçlüler. Neye ne dediğini bilemeyen, her şeyin bir birine girdiği bir zamandayız. Aslında çok normal, çünkü Türkiye bir geçiş aşamasında ve her değişimde olduğu gibi sancılı oluyor. Fakat düşünmek lazım, bu sancı Ak Parti’den mi kaynaklanıyor yoksa değişime ayak direyen yirminci asrın kanlı siyasetini sürdürmeye çalışanlardan mı? Eğer Ak Parti ilk yıllarında AB’ne hızla koştuysa bunun dünya konjonktürü ile ilgisi yok mudur? Eğer bugün donup kaldıysa yine aynı konjonktür ile değerlendirmek gerekmez mi?  Bence Ak Parti’yi bir de Obama seçimleri kazandıktan sonra konuşalım.

Ak Parti’yi ben yeni Diyarbakır Cezaevleri olmasın, insanlar stadyumlara tıkılıp da öldürülmesin diye Hrant Dink’in cesedine rağmen destekledim,  sanırım siz de. Şimdi değişen Ak Parti değil çünkü o hep aynı, değişen sizsiniz Sayın Altan.

Kardeşimin cesedi, gözümün önünde alınan babam, hala uçuramadığım uçurtmam üzerinden sorguluyorum her gün yazdığım haberleri. Hiç bir şey o günlerdeki gibi değil, benden çalınanların bedelini gönül rahatlığı ile soruyorum. Kendi adıma ben hiç Ak Parti’nin demokrat olduğuna inanmadım, kardeşimin adı olan “Umut” bu yüzünden ona endeksli olmadı.

Size bir sorum var. Neden Çetin Altan 90’lı yıllara kadar “Enseyi Karatmayın” demiyordu da sonra demeye başladı? Sakın dünyada bize bugün uğrayan geri dönüşü olamayan bir değişim başladığından olmasın. Aslında siz bu sorunun yanıtını Harvard Üniversitesi’nde yaptığınız konuşmada vermiştiniz. Buna rağmen ulusalcılar ve ergenesolcularla aynı yere düşen yazılar yazıyorsunuz, “bak çok sevdiğin Ahmet Altan bile kabul ediyor daha neyi savunuyorsun” diyenlerle “aynı yere” geliyorsunuz ya ne diyeyim ben size şimdi? Helal olsun mu? Yoksa aşk olsun mu?

Köprüden önce son çıkıştayız artık Sayın Altan,

Enseyi karartmayın!

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Resmi İlanlar