- 16.08.2012 00:00
Kemalist ideolojinin rejim algısının dışına çıkamayan Cumhuriyet, yıllar içinde itiraz etmeyen ama yabancılaşan bir toplumsal muhalefet üretti. Bu koalisyonun en önemli parçası olan dindarlar da Demokrat Parti ve Özal dönemi dışında, kendisine ait hissetmediği bir iktidar anlayışıyla bir arada yaşamak durumunda kaldı.
Dolayısıyla bugün gelinen nokta, dindarların devletle somut ilişkisi açısından ilk kez radikal bir dönüşümü ifade ediyor. Daha önceki nefes alma dönemlerinde devletin kendisi değişmeden arka planda durmaktayken, AKP yönetimi altındaki Türkiye'de, devlet giderek yakınlaştı. Bu durum ilk kez Müslüman toplum içerisinde siyasi bir çoğulculuğun da işaretlerini veriyor. Çünkü geçmişte devletin aynılaştırdığı bu kesim içindeki görüş farklılıklarının siyasi işlevi neredeyse yokken, şimdi en azından hükümete yakınlık veya uzaklık nedeniyle farklı konumlar oluşmuş durumda. Böylece nihayet İslami kesim içinden de AKP iktidarına eleştirel yaklaşan sesler duyuyoruz. Bu hayırlı bir gelişme... Yeter ki söz konusu eleştiriler evrensel referanslar açısından AKP'yi aşsın. Ne var ki İslami duyarlılıkla hareket eden birçok kişinin referans sistemi henüz bu çapta değil. İnsanlığın birikimi açısından İslamiyet'in birçok doğru yoldan biri olduğunu sanki kavramakta zorlanıyor ve evrenselliği ancak İslamiyet'in içine yedirerek anlayabiliyorlar.
Bu alanda en verimli tartışmalardan biri laiklik üzerine... Mesele laikliğin evrensel yönü ile tarihsel yönünün birbirinden ayrımlaştırılabilmesi ve yaşamış olduğumuz laiklik deneyiminin olası laikliklerden sadece biri olduğunun kavranabilmesi. Tayyip Erdoğan'ın bu gerçeği içselleştirdiğini ortaya koyan çıkışlardan biri Mısır ve Tunus gezilerinde yaşanmıştı. Erdoğan laikliğin demokrasi ile bir arada olabileceğini, aynı zamanda İslamiyet'in de demokrasiyle çelişmediğini söyleyerek İslamiyet'in laiklikle ilgili bir sorunu olamayacağını söylemiş oldu. Her ne kadar Müslümanların birey olarak 'laik' bir alternatif kimliğe geçmeleri söz konusu olmasa da, Müslümanların yönettiği bir devletin laik olması gerekmekteydi, çünkü hem toplumda İslam dışında inançlar, hem de İslamiyet içi ayrışmalar olabilirdi. Toplumun yarın neye nasıl inanacağını bilemeyeceğimize göre, onlara bugünden tekil bir din yorumu layık görmek demokrasiye aykırıydı ve laiklik de bu çoğulculuğu mümkün kılan devlet özelliğiydi...
Erdoğan'ın yıllar öncesi görüşlerini bilenler bu değerlendirmeyi hayretle karşıladı. Oysa Başbakan, ülkedeki birçok Müslüman'la birlikte belirli bir kritik idrak sınırını aşmıştı: Kavramlar ve sistemler tarihsel olarak ortaya çıkarlar ve içinde yaşanılan kültür ve zihniyetin damgasını taşırlar. Yani farklı bir zihniyetin içinde şekillendiklerinde tamamen farklı nitelikler arz edebilirler. Dolayısıyla laikliğin de demokrat olanı ve olmayanı var... Türkiye'de ise otoriter bir laiklik mevcuttu ve dindar toplum haklı olarak buna tepki duydu. Ancak acaba asıl sorumlu hangisiydi? Laikliğin kendisi mi, yoksa otoriter zihniyet mi? Erdoğan asıl meselenin zihniyet olduğunu, demokrat bir çerçeve içinde laikliğin özgürleştirici bir unsur olabileceğini ve bu sayede İslami kesimin de dindarlıklarını daha özgüvenle yaşayabileceklerini ifade etmiş oluyor.
Eğer AKP'ye yönelik yapıcı ve toplumda karşılığı olan bir muhalefet olacaksa, en azından eleştirenlerin Erdoğan'ı aşması gerekmez mi? Böyle bakıldığında örneğin Ali Bulaç'ın bazı yorumları epeyce hayal kırıcı oldu. Bulaç, 17 Eylül'deki yazısında Erdoğan'ın Ortadoğu'ya 'Türk laikliğini' önerdiğini yazdı. Oysa Erdoğan'ın bahsettiğinin 'Türk laikliği' olmadığı son derece açıktı. Yoksa Bulaç başka türlü bir laikliğin olasılığından pek hoşlanmamış mıydı? Laikliğin tek tipe indirgenmesi ve Kemalizm'le bütünleştirilmesinin başka bir açıklaması zor. Eğer Bulaç'ın niçin bir indirgeme peşinde olduğunu merak ediyorsak, 19 Eylül'deki yazısına bakmakta yarar var. Orada laik devletin işlevi şöyle betimlenmiş: "Bu, helal-haramın karışmadığı adaletsizliğe, derin eşitsizliğe dayalı iktisadi piyasayı, tüketim kültürüyle çıldırtılmış hedonist ve erotik bir toplumu, nihilizme giden sosyal düzeni... yönetebilir anlamına gelir." Diğer bir deyişle laiklik aslında bir devlet niteliği veya tutumu değil, doğrudan yozlaşmış bir toplumun kendisi.
İslami bir yaşam biçimini ve onu sağlayacak düzeni savunmak her isteyenin hakkı. Bu amaçla mukayeseler de yapabilir, İslami olmayan toplumların yozlaşmalarını laiklik anlayışlarında da arayabilirsiniz. Ama buradan ilkesel değil, ancak tarihsel bir analiz çıkar... Aksi halde yaptığınız entelektüel manipülasyon gibi algılanabilir. Çünkü Batı yozlaşmış sayılsa ve bu yozlaşmanın nedenleri arasında laiklik anlayışı zikredilebilse bile, söz konusu olan laikliğin belirli bir zihniyet altında tekil bir uygulamasıdır. Eğer durum böyle algılanmayacaksa, karşı taraftan bakıldığında da Bulaç'ın dindarlığını Vahhabi inancından veya Taliban yorumunda ayrımlaştırmak caiz olmazdı.
Yorum Yap