- 1.07.2012 00:00
Son yirmi yılda İslami kesimde yaşanan ve nihayette AKP'yi iktidara taşıyan dönüşüm çevrenin merkeze yürüyüşü olarak adlandırılabilir. Yelpazenin bir ucunda İslami duyarlılığı olan işadamlarının merkezdeki ihaleleri alması varsa, diğer uçta da tesettürün bir moda niteliği taşıyarak merkeze damgasını vurması var.
Ancak söz konusu dönüşüm bununla sınırlı değil... Aynı süreç çevrenin de merkezimsi nitelikler edinmesini ifade etti. Bunun en görünür örneği Anadolu'nun yenileşen kentleri ve buna paralel olarak gelişen kentliliği. Bugünün kent yönetimleri artık kendilerine örnek olarak batıdaki yerleşimleri alıyorlar, temizliğe, estetiğe önem veriyorlar ve en önemlisi kenti zaman geçirilecek ve sahiplenilecek bir mekan olarak tasavvur ediyorlar.
Bu değişimin evin dışıyla sınırlı kaldığını varsaymak pek gerçekçi olmaz. Kentler değişirken evlerin fiziksel donanımlarının, evdeki hayat pratiklerinin ve dolayısıyla aile içi ilişkilerin aynı kalacağını sanmak epeyce hayalci bir bakış. Nitekim bu süreç aynı zamanda aile gelir seviyelerinde ve eğitim düzeylerinde de yükselmeyi işaret ediyor. Bunun getirdiği iki önemli sonuç yeni tüketim alışkanlıkları ve farklılaşan zaman kullanımıdır. Tüm bunlar aslında basit gözüken ancak sonuçları devrimsel olan bir durumun altını çiziyor: Parayı kazanan hâlâ esas olarak erkek olmakla birlikte, onu harcayan giderek kadın... Artık kadının bildiği, anladığı ve karar verici olduğu bir harcama alanı var ve bu alanın en kritik unsuru bizzat kadının kendisi ve çocuk... Kadın, çocuğun ihtiyaçlarını takdir eden ve onun adına karar veren kişi olma yolunda büyük bir zemin katetmiş durumda çünkü nihai kararı belirleyecek kritik bilgi kadından geliyor.
Ancak aile içi dinamiği etkileyen unsurlar çocuğun ötesine geçmekte. Kadının gözünde kendi bedeni, duyguları ve fikriyatı giderek bir bütün oluşturmakla kalmıyor, kamusal saygı hak eden bir özne olarak anlam kazanıyor. Bunun hayatın anlamını vurgulayan bir tür sekülerleşmeyi ifade ettiği söylenebilir. Hayat artık ilkesel düzlemde tanımlanıp dinsel kalıp içinde yaşanmakla yetinilecek bir süre gibi gözükmüyor. Özellikle kadınlar açısından hayat, giderek somut ihtiyaçlarla tanımlanan kişiye ait bir varoluş alanı. Bu durum dindar kadın için de aynı... Dindarlık hayata bir bütün olarak bakmayı, içinde ahlaki bir tutarlılık aramayı teşvik ederken, bir yandan da aynı kadını kamusal hayatın içine girmeye ve kendi kişiliğine sahip çıkmaya davet ediyor.
AKP'nin seçmeni böyle bir kitle... Dindarlar batılıların beklediği türden bir sekülerleşme yaşayarak modern prototiplere dönüşmüyorlar. Ancak İslami aydınların beklediği üzere modernliği reddeden bir içe kapanma da yaşamıyorlar. Karşımızda İslami cemaati çoğullaştırıp, sınırlarını genişletirken bizzat o cemaati dönüştüren ve bunu da dindarlıktan uzaklaşmak bir yana, dindarlığa sahip çıkarak gerçekleştiren farklı bir sekülerleşme dinamiği var.
Kürtaj yasasının bunca atıp tutmadan sonra eskiye yakın bir biçimde çıkacak olmasının nedeni de bu... Gezici Araştırma Şirketi'nin haziran başında yaklaşık beş bin kişiyle yaptığı saha çalışması, Türkiye genelinde erkeklerin yüzde 58'inin, kadınların ise yüzde 67'sinin kürtajın kısıtlanmasına karşı olduğunu ortaya koyuyor. Önemli bir gözlem eğitim ve gelir seviyesi arttıkça bu soruya 'hayır' diyenlerin de artması. Ayrıca ilginç bir bulgu da var: AKP'ye oy verenlerin yüzde 62'sinin kadın olduğu gözüküyor ve bunların yüzde 7,6'sı kürtaj yasağı gelirse AKP'ye oy vermem demekte. Bunun anlamı, genel oy seviyesinde kabaca yüzde 2,5'lik bir kayıptır. Ama asıl önemlisi olayın niceliksel değil, niteliksel yönü, çünkü İslami kesimin ilerde daha da zengin ve eğitimli olacağı ve kadının aile içindeki sözünün daha ağırlıklı hale geleceği açık.
Bu değişim süreci karşısında, İslami camianın çoğunluğu 'orta yaşlı erkek' olan fikri önderleri teyakkuz halindeler. Kalkınmacılığın sekülerleşmeyi davet ettiğini ve muhafazakarlığı taşıyacak kurum olarak elde sadece ailenin kaldığını, oysa kadın özgürlüğünü ima eden değişimin ailenin geleneksel yapısını bozma temayülü taşıdığını düşünüyorlar. Bu nedenle kürtaj tartışmasına özellikle 'asıldılar', ceninin bir canlı olduğunu, canlıyı öldürmenin cinayet olduğunu söylediler. Başka canlıların öldürülmesini ise bu konuda Allah'ın izin vermesine bağladılar.
Bu yaklaşım kürtaj yasağının ancak dindarlara sınırlanabileceğini böylece kabul etmiş oluyor... Ama dindarların önünde daha derin bir soru var: Cihat ve fetih de dinen meşru ve cinayetin onaylanmasını ima ediyor. Yani ceninin canlı olduğunu söylemekle birlikte, yetişkin canlı insanların öldürülmesine cevaz verilebiliyor. Bu cinayetler arasında bir fark olduğuna göre, aynen Hıristiyanlık gibi İslamiyet de cinayetleri mukayese eden bir ideolojik öğretiye sahip demektir. Diğer bir deyişle dinler cinayete kategorik olarak karşı gözükmüyorlar... İstisnalar koyuyorlar ve bu istisnalar o dinin takipçilerinin elini rahatlatıyor, cemaatsal menfaatlerini kollamalarına vesile oluyor.
Yorum Yap