- 28.06.2012 00:00
Siyasi çözüm imkânının ve işaretlerinin arttığı bir noktada gelen karakol saldırısı, giderek basmakalıp hale gelen bir yorumu yeniden yapmamızı sağladı: Çözüm ihtimalinin belirdiği, bu yönde inisiyatif alındığı her dönemde PKK veya devlet, ama muhtemelen bu ikisini birbiriyle irtibatlandıran bir 'güç' sürece darbe vuran bir eylem yapıyor ve başa dönüyoruz...
İyi de, insan birincisinde cahil olabilir, ikincisinde hazırlıksız yakalanabilir ama hâlâ acaba niçin başa dönüyoruz? Devletin de PKK'nın da içinde savaş halinin devam etmesini isteyenlerin, bundan nemalananların olması herhalde kimse için sürpriz değil. Her savaş kendi statükosunu, hiyerarşisini ve rant sistemini üretir. Taraflar kendi iç tahkimatları üzerinden kariyer olanakları yaratır ve bunu bir çekim gücü olarak kullanırlar. Böylece savaşın katılımcı ve destekçileri artarken, savaş endüstrisinin toplumla temas kurduğu noktalarda kültürel ve ideolojik bir sahiplenme oluşur. Bu tür tespitler 'bizim' savaşımızla sınırlı değil... Dünyanın her yerinde, her dönemindeki çatışmalar benzer bir dinamiği ortaya koyar. Diğer bir deyişle 'bazılarının' savaşın sürmesinden medet umması doğal bir durum ve savaşın bitmesini isteyenlerin öne süreceği bir mazeret değil.
Aynı gözlemden hareketle, böylesine zamana yayılmış, toplumsal taban oluşturmuş ve kemikleşmiş savaş hallerinin tek taraflı bir stratejiyle çözümlenmesi de ham hayaldir. Çünkü hiçbir taraf kendi cenahına bütünüyle hâkim olamaz. Uludere katliamı ile son karakol katliamını birlikte ele almak bu basit çıkarsamayı yapmak için fazlasıyla yeterli... Dolayısıyla savaşın bitmesi ve Kürtlerin haklarının ilerde yeni bir savaş ortamına cevaz vermeyecek şekilde sağlanması da sadece bazı 'atılması gereken adımlar' cinsinden hesaplanamaz. Diğer bir deyişle 'Kürtler belirli hakları aldıkları takdirde bu iş nihai olarak biter' demek mümkün değil. Hayat devam ediyor, yeni güç imkânları üretiyor ve eğer savaşı anlamsız kılan bir birliktelik yaratılamamışsa, talep çıtasındaki yükselmenin engellenmesi de son derece güç olacaktır. Bu açıdan bakıldığında 'Türk tarafında' mevcut olan 'ne yaparsak yapalım PKK silah bırakmaz, Kürtler tatmin olmaz' algısı gerçek bir ihtimali işaret eder. Öte yandan bu korkunun varlığı bir çözüm inisiyatifi yaratmak bir yana, bu yönde olabilecek adımları engelleyerek çözümsüzlüğü ve savaşı statüko haline getirir.
Oysa kritik eşik, savaşın anlamsız hale gelmesidir... Bunun asgari koşulu tabii ki yapılmış olan yanlışların düzeltilmesi ve yeni yanlışlara açık kapı bırakmayan bir düzenleme yapılması. Yeni anayasa bunun meşru zemini ama örneğin Kürtçenin her açıdan 'özgürleşmesi' için anayasaya ihtiyaç yok. En azından topluma zamana yayılmış bir yol haritası sunulabilir... AKP iktidarı oy kaybetmeme uğruna sorumluluğu paylaştıran, kendi üzerindeki riski azaltan bir strateji izlemeyi artık bırakmalı. Çünkü bu strateji giderek iktidarın beceriksizliğinin işareti olarak algılanmaya başladı ve korkulan oy kaybının tetikleyicisi olmaya aday. İkinci koşul doğrudan savaşanları muhatap alarak savaşı anlamsız kılacak bir zeminin ortaya konması. Yani silah bırakmaya bağlı kılınan kapsamlı bir af önerisi. PKK'nın buna uyup uymaması önemli değil... Kimse hükümeti ille de PKK'nın istediği af çerçevesini hazırlamaya zorlayamaz. Ama bu önerinin Kürtler için anlamlı olması şart. Diğer bir deyişle, her iki tarafta savaşı anlamsız hale getirmek isteyenler açısından 'anlamlı', işlevsel ve adil bulunan bir düzenleme gerekiyor.
Bunlar siyasi iktidarın yapması gerekenler ve doğal olarak iktidar olmanın getirdiği bir sorumluluğa işaret ediyor. Ne var ki aynı iktidarın devlete hâkim olmakta ne denli zorlandığını görüyoruz. Eğer Karayılan'a bu açıdan sempati duymaya meylediyorsak, aynı sempatiyi Erdoğan'ın da hak ettiğini göz ardı edemeyiz. Dolayısıyla kalıcı savaş halinin dönüştürülmesi Kürtlerin hükümete destek vermesini zorunlu hale getiriyor. Zana'nın söyleşisi bu noktanın ilk kez o cenahtan açıkça ifade edilmesiydi.
Bu desteğin tek bir koşulu var: Hakkaniyetli olmak... Kürtler haklı ve mağdur. Ancak Kürt siyaseti ne haklı ne de mağdur. PKK Kürtlerin haklılığı üzerinden siyaset yapıyor ama söz konusu siyasetin ilkesel meşruiyeti tümüyle kaybolmuş durumda. PKK çatışma içinde çözüm arıyor, çünkü bu sayede kendisini barış zamanında da vesayetçi kılmak istiyor. Kürtlerin haklarının kol bükerek alınması, gücü ve şiddeti meşrulaştıracak diye umuluyor... Çatışmayı yönetmeyi bilen ama barışı yönetme ihtimalinden ürken bir Kürt siyaseti bu.
Eğer savaş bitecek, anlamsızlaşacak ve yeni bir dünya yaratılacaksa, bu Kürtlerin farklı bir siyaset üretmesiyle mümkün olacak. Aksi halde hükümetin her yaptığı yarım kalmaya, tedirginlik ima eden bir adım olmaya mahkûm. Haklı ve mağdur olmak çözümü hak etmeyi garanti etmiyor. Çünkü çözüm siyasete muhtaç ve o siyasetin de haklı olması lazım.
Şimdi önümüzde yeniden bir imkân var... Kullanıp kullanmamak bize kalmış. Ama eğer kullanamazsak sonradan kimse 'buna müstahak değildik' demesin.
Yorum Yap