- 19.01.2012 00:00
Nazi Almanya'sında yaşayan, Yahudilere yapılanları gören ve kendisini 'Alman' olarak hisseden vicdanlı bir Hıristiyan nasıl hissederdi acaba?
Herhalde en baskın duygusu utanç olurdu. Genelde insanlığından, daha özelde Almanlığından utanç. Kendinizi milliyetçi duygularla bir kimliğe bağlı hissetmeyen biri olsanız da, bazı durumlar insanı bu türden bir utançla baş başa bırakır. Çünkü kimliğinizi paylaşmayan insanların sizi nasıl gördüklerini bilir, sizden belirli bir duyarlılık beklediklerini algılarsınız. ASALA cinayetleri yaşanırken de benim gibi birçok Ermeni hem insanlığından, hem de hasbelkader taşıdığı kimliğinden utanç duyma noktasına gelmişti. Çünkü apaçık adaletsizliklerin bir kimlik adına yapılmasının savunulabilir bir tarafı olamaz. Olayın ardındaki öfke, yaşananı bir miktar 'insanî' kılsa da, bu sadece failin dünyasını anlamamıza katkıda bulunur, ama cinayetin vahametini ve vicdanî ağırlığını ortadan kaldırmaz.
Ama kimlik ideolojikleştiği zaman daha da yozlaşmış bir insanlık haliyle karşılaşırız. Çünkü kimliğin ardındaki duygusal zemin yok olur, yerine üretilmiş ve çoğu zaman devlet eliyle kotarılmış bir kılıf konur. Böylece kimlik, kendiliğinden yaşanan değil, yaşanmak zorunda olunan ve yaşandığı kanıtlanması gereken bir yük haline gelir. Ne var ki kendilerini bu kimliğin içinde bulanlar, gerçek halleriyle yüzleşmekte zorlanabilirler ve bu durumda çoğu zaman devletin onlara sürekli işaret ettiği 'düşmanlar' üzerinden kimliğin içini doldurmak zorunda kalırlar...
Bu tür kimliklerin yeşerdiği ortamlarda, kimliği bahane eden cinayetlerin ardında artık duygu bulamazsınız. Böylece sırf Ermeni olduğu için ve darbe ortamını hazırlamakta uygun görüldüğü için birinin öldürülmesini düşünüp planlayabilir ve bunu o Ermeni'yi hiç tanımayan birine rahatlıkla yaptırabilirsiniz. Cinayetin nedeni öldürülecek olanın Ermeni olması gibi gözükür, ama belki de aslında cinayetin asıl nedeni failin 'Türk' olmasıdır. Türk kimliğini insanî sıradanlıktan ve doğal melezliğinden uzaklaştırıp devletleştirdiğiniz zaman, karşınızdaki kişinin kimliği anlamını yitirir. O kişiyi gerçekte Ermeni olduğu için öldürmüş olmazsınız... O kişiyi öldürerek kendi zihninizde Ermeni kılarsınız.
Hrant'ın katli böyle oldu ama orada kalmadı. Trabzon'dan İstanbul ve Ankara'ya, Jandarma'dan Emniyet'e ve MİT'e uzanan geniş bir yelpazede onlarca kişi bu cinayeti önceden gördü, bildi ve sustu. Belki birçoğu bunun vicdan yaralayıcı bir eylem olduğunu yüreğinin katılaşmamış bir kenarında hissetti, ama sonuçta ölecek olan bir Ermeni'ydi... Ermeni ise, hem daha kolay ve yük hissetmeden öldürülebilir olandı, hem de bu cinayetin gelişi bir devlet aklını ima ediyordu ve Türk kimliğinin o devlet aklı dışında var olmasını hayal etmek kolay değildi.
İş burada da kalmadı... Mahkeme süresi boyunca deliller saklandı, karartıldı ve çarpıtıldı. Resmî makamlar hiçbir soruyu yanıtlamadıkları gibi, gerçeklerin ortaya çıkmasını engellemek üzere ellerinden geleni yaptılar. Bilgisi olanların mahkemeye gelmeleri mümkün olmadı ve hükümet de bu yönde ağırlık koymak istemedi.
Acaba herkes böylesine uyum içinde nasıl davranabildi? Bunca farklı kurum içindeki bu kadar çok sayıda kişinin ortak referansı neydi? Bir cinayetin ardındaki gerçeğin ortaya çıkma ihtimali niçin onları bu kadar rahatsız etti? Çünkü onlar 'Türk'tü... Tırnak içinde bir Türk kimliği bu. Halkın yaşanmışlığı ve birikimiyle oluşmuş olan değil, aksine devlet mensubiyetinin bir nişanesi olarak kullanılan, içi kültürle değil, ideolojik tarafgirlikle doldurulmuş bir Türklük.
Bütün bunlar olurken, Dink ailesi ısrarla cinayetin perde arkasının aydınlanması için çaba gösterdi. Eğer Ermeni milliyetçiliğinin sesi olmayı isteselerdi, mahkemeyi reddederler, 'Türk devletini' kendisiyle baş başa bırakırlardı. Ama onlar öyle yapmadılar... Kendi topraklarında kendi doğal çevrelerindeki Türklerle birlikte yaşamayı anlamlı ve değerli kılacak bir yol izlediler. Bu davanın Türkiye'nin namusu olduğunu bilerek, Türkiye'ye namusunu temizleme şansı tanıdılar.
Ama mahkeme neyi koruması gerektiğini iyi biliyordu. Örgütün olmadığını söyleyerek herkesin varlığını bildiği örgütü akladı. Çünkü örgüt denen şey devletin kendisiydi ve bir Türk mahkemesinin Türk devletini suçlaması düşünülemezdi. Ama bu karar, kral sandığımız soytarının çıplak olduğunu söylüyor şimdi... Bu karar Türkiye devletini bütünüyle cinayete ortak ediyor. Böylesine akıl ve vicdan dışı bir aklamanın bedeli herkesin kendisine ilişkin kimliksel tasavvurunda izdüşümler bırakacak.
Yine aynı noktadayız. 19 Ocak 2007'de... Yine ortalıkta iki farklı Türk var. Hâlâ hesaplaşmamış, birbiriyle yüzleşmemiş iki Türk. Biri bu toprağın zenginliğini ve yüreğini taşıyor, öteki ise bu toprağı iğdiş eden zihniyetin gayri insaniliğini.
Bu bir fırsat. Bu kabuk yırtılsın artık... Bu topraklarda insanlar var demekle yetinmeyelim, o insanlar kendi kaderlerine sahip diyebilelim.
Yorum Yap