- 4.11.2011 00:00
İbrahimî dinlerin insanlığı doğru bir hayata davet ederken karşılarında buldukları en önemli mesele cinsiyetlerin varlığı ve aralarındaki ilişkinin düzenlenmesiydi. Basitçe söylersek, eğer kadın denen mahlûk var olmasaydı, dindarlık da son derece kolay olurdu.
Buradan hareketle İbrahimî dinlerin esas olarak erkeği muhatap aldığını ve bir anlamda erkekler için olduğunu söylemek pek yanlış olmaz. Mukayeseli olarak dinler tarihini incelemiş olan herkesin bildiği üzere, erkeğin kadın karşısındaki üstünlüğü Yaratıcı'dan aşağıya doğru inen varlıklar hiyerarşisinde erkeğin Yaratıcı'ya daha yakın olmasıyla alakalıydı. Çünkü erkek Yaratıcı'nın yansıması iken, kadın ancak erkeğin parçasından doğan tamamlayıcısıydı.
Bu arka plan insanî hasletlerin de erkek ve kadın arasında kendine özgü bir mantık içinde paylaştırılmasıyla sonuçlandı. Örneğin erkek hoyrat, kadın ise kurnazdı... Bunlar kişisel değil, öze ait niteliklerdi. Ancak bu tür ayrımlar daha ahlakî ve zihinsel özelliklere ilişkin olarak da öngörülerek, nihayette erkek ve kadını ezeli ve ebedi olarak tanımladı. Ortaçağ diye tabir edilen zaman aralığında, Hıristiyan Katolik inancında erkek sağduyunun sahibi olarak görülürdü ve sağduyusunu kadınların zararlı etkilerinden korumak durumundaydı. Çünkü kadınların akıl karıştırıcı bir yönü vardı ve bu durum erkeğin hakikat üzerinde yoğunlaşmasını engelleyebilirdi. Diğer bir deyişle kadın erkeğin Yaratıcı'ya yaklaşmasını önleyen bir unsurdu... Kadının bunu nasıl becerdiği ise bir sır değildi: Erkeği tahrik ederek... Dolayısıyla şehvet, zayıf erkeklerin kapıldığı ve böylece Yaratıcı'dan uzaklaşmalarına neden olan bir kötülük olarak algılanmaktaydı.
Bu giriş paragraflarını Kürt meselesinin geldiği noktayı değerlendirmek için uygun bir arkaplan olarak gördüğüm için yazdım. Bana öyle geliyor ki devlet-PKK ilişkisinde devleti bir tür erkek, PKK'yı ise kadın olarak içselleştirmeye yatkın bir bakışımız var. Yani PKK'nın tahrik ve fitneleri olmasa, devletin doğruları yapacağı kesin, ama maalesef PKK'nın özüne sinmiş olan kurnazlık ve riyakârlık devletin olumlu tutum almasını önlüyor. Belki zaman zaman devlet de yapmaması gereken bazı şeyleri yapmakta ama bunu da erkek hoyratlığı bağlamında açıklayabiliriz: Söz konusu hoyratlık devletin özünde olan bir şey... Yani aslında bu hoyratlıkta devletin sorumluluğu yok. O doğasına uygun davranıyor ama karşı taraf da kendi doğasına uygun davranınca, devlet de hoyratlaşıyor. Nitekim devletin şiddet tekelini elinde tutan kurum olarak tanımlandığını da biliyoruz. Diğer bir deyişle hoyratlık yapmayan devlete zaten nasıl 'devlet' denecek ki?
Ne var ki bu türden içgüdüsel algılar, devletin PKK'nın üzerinde yer aldığı bir varlıklar hiyerarşisi yaratmakla yetinmiyor. Hukuksal açıdan elbette bu iki kurum arasında bir eşitlikten söz edilemez. Ancak bu kurumların her ikisinin de 'insan' denen varlığın altında olduğu bir başka değerler hiyerarşisi daha var. Burada sorun, söz konusu kurumların tercih ve kararlarının ne denli insanî olduğu ve insanların sahip olması gereken evrensel haklara ne denli riayet edildiği. Böyle bakıldığında PKK'nın cinayetleri ile devletin en azından bazı uygulamalarını ille de bir hiyerarşi içine oturtmak gerekmiyor. Bir hoyratlığın sebebini karşı tarafın davranışında bulmak, o hoyratlığı hafifletmiyor. Öte yandan sekülerleşen bir dünyada yaşıyoruz... Yani artık kimse hiçbir tür hoyratlığın özsel olduğuna inanmıyor.
Bunun anlamı devletin KCK operasyonlarında sergilediği tavrın binilen dalın kesilmesi olduğudur. PKK cinayetlere başladığında, bunun bir zorunluluk değil, tercih olduğunu ve ne siyaseten ne de ahlaken kabul edilebilir olmadığını öne sürmüştük. Aynı durum devletin KCK operasyonu için de geçerli... KCK gibi bir örgütlenmeye karşı operasyon yapılmasında bir sorun yok. Ama o operasyonun şimdi yapıldığı gibi yapılmasında büyük sorun var. Çünkü devlet basiretini kaybetmiş bir 'erkek' gibi etrafını yıkıp dökerken, 'kadının' fitnelerine' işaret etmesi tatmin edici bir açıklama değil. Daha açık söylemek gerekirse dünyanın artık böyle erkek-devletlere tahammülü yok. Nitekim devletin önüne konmak istenen 'demokratik' sıfatı bu 'erkek-devlet' hoyratlığının dizginlenmesini ifade ediyor ve bunu karşı tarafın tutumundan bağımsız kılıyor.
Ortaçağın Hıristiyan dünyasında, basiretini kaybeden erkeklerin şehvete yönelecekleri konusunda din âlimleri sürekli uyarılarda bulunmuşlar... Çare olarak da olabildiğince kadınlardan uzak durulmasını tavsiye etmişler. Hatta evliliklerde bile dinen meşru cinsel birleşme sayısını azaltmak için yığınla kural getirmişler. Tahrik unsurunu tümüyle yok sayamayız... Ama görünen o ki erkeklerin hoyratlığı çoğu zaman kendi güçlerine duydukları şehvetle de beslenebiliyor ve kadını 'insanın ötekisi' kılan bir boyut kazanabiliyor. Umarız Kürt meselesi öyle bir noktaya gitmez...
Yorum Yap