- 18.01.2015 00:00
Başa çıkmakta zorlandığınız bir siyasi hamle ile karşılaştığınızda, algı yönetimi açısından elinizde kabaca iki yöntem bulunur. Meseleyi ya daraltıp küçümseyerek önemini azaltmaya ya da genişletip büyüterek daha önemli bir bağlama oturtmaya çalışırsınız. Eğer güçlü olduğunuz algısını korumak, gerçekte bu hamleden yara almadığınızı göstermek isterseniz, konuyu daraltmak daha uygundur. Örneğin AKP hükümetleri tüm iktidar yıllarını gerçekte hakim olmadıkları, fırsat çıktıkça kendilerini aldatan, onlara yanlış bilgi verebilen, sonunda da Başbakan’ı bile bizzat korumaları üzerinden dinleyen bir bürokrasi ile birlikte geçirmek zorunda kaldı. Öte yandan bunca yıl ‘devleti’ yönettiği için bürokrasi üzerindeki bu etkisizliğini açıkça topluma anlatmaktan çekindi. Bir ‘yönetememe’ sorunu yaşadığı algısını yaratmak istemedi. Bu durumla başa çıkmanın tek yolu art arda seçimleri yüksek oranla kazanmaktı ve toplum da ancak iktidar gücünü kullanabilen bir partiye bu yetkiyi verirdi…
Dolayısıyla 12 yıl boyunca AKP hükümetleri kendilerini topluma gerçekte olduklarından daha güçlü imiş gibi sundular. Yaşananları sineye çektiler. Skandal mahiyetindeki olayları küçülttüler, hatta görmezden gelip gizlediler. Geçenlerde Başbuğ tek bir yıl içinde Erdoğan için 163 tane suikast ihbarı alındığını söylüyordu. Bunun ne kadarının ciddi olduğu ayrı konu ama tümünün altı boş olsaydı bile, bu sayıda ihbarın nasıl bir siyasi atmosfer yaratacağı belli. Nitekim belki de söz konusu ihbarlar tam da bu nedenle, zayıflık algısı yaratmak, AKP tabanının psikolojisini bozmak için yapılmıştı. Ne var ki AKP yönetimi bunu açık etmedi. Sistemik olan bir siyasi hamleyi daraltıp asayiş bağlamına oturtmakla kalmadı, bunun haber niteliği kazanmasına bile izin vermedi. Oysa söz konusu suikast ihbarları AKP’yi mağdur kılıp toplumsal sahiplenmeyi artırabilirdi. Ancak güçsüz görünmenin daha zararlı olabileceği değerlendirmesi belirleyici oldu.
Bugünlerde ise tüm siyasi aktörler açısından diğer yönde bir eğilim söz konusu. Yani konu genişletilip daha muteber ve ilkesel bir zemine oturtuluyor. Çünkü ortada gizlenmesinde değil, aksine afişe olmasında yarar olan açık bir kavga var… Hükümet gücünü bu kavgayı sonuna kadar sürdürme iradesiyle ortaya koyuyor. Cemaat ise kendisine bir mağduriyet atmosferi inşa etme çabası içinde. Darbe söylemi ile basın özgürlüğünün ihlali iddiası görünürde birbirine benziyor. Her ikisinde de yaşananın daha geniş bir bağlam içinde sunulması söz konusu. Ama arada çok hayati bir fark bulunmakta: Darbe kelimesi fazla yüklü bulunsa bile, Cemaat’in hükümeti 17 Aralık dosyaları üzerinden zayıflatmak ve diz çöktürmek istediği açık. Ortada her halkası birbiriyle uyumlu, sistematik ve planlı bir çaba var. Ayrıca namuslu bir tanıklık o sürede bu beklentinin Cemaat içinde ne denli yoğun olduğunu, neredeyse sonuçtan emin olunduğunu teslim etmek zorunda.
Buna karşılık basın özgürlüğünün ihlali iddiası, altı boş ve gerçekliğe uymayan bir abartıdan ibaret. Hem ortada bir suç olduğu için, hem de bu suçun psikolojik ortamının medya üzerinden sağlanması nedeniyle. Dahası bu olayın polisiye kısmı öylesine apaçık ki konuyu abartarak da işin içinden çıkmanız zor. Nitekim Cemaat ‘aklı’ da çareyi dramatizasyonda buldu. İfade vermeye çağrılacaklarını önceden haber alarak önleyici ve olayı büyütecek haberler yapıldı, Zaman gazetesi bir tür Gezi parkına dönüştürülmek istendi, medya yöneticileri kendilerini demokrasi kahramanı olarak sunmaya çalıştılar. Olay medyaya bütünsel bir saldırı yaşandığı şeklinde sunuldu. Eleştiri imkânı kalmamıştı, gazeteciliğin sonu gelmekteydi vs… Böylece Cemaat medyası özgür basının bizatihi kendisi haline getirilmek istendi. Toplumsal tabanı hızla gerileyen cemaat medyasının neredeyse tüm toplumun ‘özgür sesi’ olduğu işlendi. İşin ilginç yanı toplumu kandıramayan bu girişimin laik kesimin sol/liberal aydınları tarafından bilinçsizce sahiplenilebilmesiydi. Bu durum herhalde söz konusu kesimde psikolojik bir deformasyon yaşandığının bariz bir göstergesi… Algı artık algılanmak istenenin esiri olmuş durumda. Algı için herhangi bir gerçekliğe ihtiyaç bulunmuyor. Laik aydınların önemli kısmı kendi veri algı ihtiyaçlarına göre bir gerçeklik yaratmaya teşneler. Alıcı böylesine hazır olunca satıcı da doğal olarak o pazarda tezgâh açıyor. Cemaat’in kendini korumak üzere ürettiği dramatizasyon laik aydınları sahneye çıkardığı ölçüde muhtemelen cazip de geliyor. Ama ne yazık ki bu artık seyircinin rağbet etmeyeceği kadar bayat bir oyun ve tek işlevi söz konusu aydınların kullanılıp kenara atılması oluyor.
Yorum Yap