- 8.08.2014 00:00
Cumhuriyet tarihinin en başarılı siyasi hareketinin AKP olduğu su götürmez bir gerçek. Çeperden gelerek merkeze talip olurken merkezin askeri ve yargısal engellemelerine maruz kalan, İslami duyarlılığı nedeniyle Batı’nın ikircikli yaklaştığı, Ortadoğu’daki gelişmeler sonucu giderek yalnızlaşan, ancak bütün bu olumsuz koşullara karşın sosyoekonomik alanda ve özgürlüklerde sıçrama yaratan, Kürt meselesinde çözümü arayıp yakalayan bir iktidar çizgisi bu… Dolayısıyla giderek genişleyen bir sosyokültürel orta sınıf tarafından destekleniyor ve her seçimde daha yüksek bir oy potansiyeline sahip oluyor. Rakiplerinin toplumu okuma yetersizliği ve statükocu nitelikleri AKP’lileri rahatlatıyor ve başarılı olduklarını bir ‘doğal kabul’ haline getiriyor. Ne var ki eğer bu parti sadece bir ‘geçiş siyaseti’ olmak istemiyorsa kendisine daha kritik gözle bakmak zorunda. Çünkü geleceği inşa etmek, yanlışlığı apaçık olan bir geçmişi bitirmekten daha ‘ince’ bir siyaseti gerektiriyor.
Amaç yeniyi inşa etmek ise, başarı sadece seçim kazanmak, hizmet üretmek ve söz konusu hizmet zemini üzerinde bir toplumsal destek tabanı oluşturmaktan ibaret olarak tanımlanamaz. Eskinin cemaatçi birey ve toplum anlayışından sıyrılmak, çoğulculuğu kuşatan ve değişim dinamiğine sahip çıkan bir toplumsallaşma üretmek gerek. Bunun ne denli radikal bir dönüşüm olduğunu ancak hayal edebiliriz, çünkü geçmişimizde böyle bir tecrübe yok. Doğrunun kimsenin tekelinde olmadığı, ortak doğruyu üretmeye mahkûm olduğumuz ve bunun üreteceği farklılaşma ve melezleşmelere razı geldiğimiz, hatta bundan memnuniyet duyduğumuz bir sosyalleşme… AKP bunu becerebilirse bu toprakların tarihine bir ‘devrimci’ hareket olarak geçecek. Eski sisteme dönüşün nihai olarak imkân dışı kılınması da ancak böyle olacak.
Bu ‘misyon’ kendinize benzemeyenleri ve benzememe hakkını bir kimliğe dönüştürenleri de doğru yönetmeyi gerektiriyor. Bugüne dek AKP hükümetleri orta sınıf üzerinden sınıfsal ve kimliksel ayrışmaları yumuşattı. Ancak dönüşüm sürecinin kabuller, yargılar ve algılar üzerindeki ihtilalci yapısının sonuçlarını es geçti. Böylece siyaset bir psikolojik ayrışma ve kırılmanın üzerine oturdu. Doğrusu AKP bu durumdan epeyce yararlandı… Seçimleri kazandı. Ayrıca bu kırılma İslami duyarlılığı taşıyanlar nezdinde içgüdüsel olarak haklıydı. Ancak şimdi geleceğe bakarken sorulması gereken, bu durumun tarihsel anlamda devrimciliği kendi misyonu kılmış bir siyasi hareket için ne kadar sürdürülebilir olduğudur.
Muhafazakâr kesimin kendisine şunu sorması lazım: Karşımızda ve birlikte yaşamak üzere ‘hastalanmış laikler’ mi görmek istiyoruz? Yönetimle kopuk, onunla ilişki kuramayan, içe kapanan, giderek karikatürleşen bir laik kimlik evreninin yaratılmasına destek vermek, buna sebep olmak mı istiyoruz? Eğer özgürlüğün ve demokratlığın hâkim olacağı bir gelecek tahayyülünüz varsa, ‘yönetimden’ kasıt size en uzak olanları ‘içine alan’ bir yaklaşım tarzı ve stratejisi olmalı. Bunun en temel özelliği ise sosyal alanı anlamak, değişimin psikolojik kimlikleşme eğilimi üzerindeki etkisini öngörmek ve ‘ötekilerin’ yenilgi/kayıp duygusunu hafifletmek üzere yeni bir dil geliştirmek olacaktır.
Bugün muhafazakâr kesim kendi artan iç çeşitliliği ve hoşgörüsü sayesinde, AKP’nin yarattığı maddi gelişmeyi aşan bir yeni ideolojik perspektif geliştirmekte. Geçmişte muhafazakârlar sistemi öncelikle kullanan ve gerektiğinde ona direnen bir siyasi temsilci arıyorlardı. Bugün ise kendilerine benzemeyeni de yönetmeyi bilen ve kendileriyle ‘ötekileri’ buluşturan bir siyasi temsilin peşindeler.
Cumhurbaşkanlığı yeni bir dönemin de başlangıcı. Mesele bu ‘yeniliğin’ görünüşte kalıp kalmayacağı, sosyale doğru bir derinleşmenin önünü açıp açmayacağı… Tarih AKP’ye olağanüstü bir siyasi hareket olma imkânı sunuyor. Gerisi bu ‘misyonun’ farkında olmak, onu istemek ve tabii ki gereğini yapmakla ilgili…
Not: “Azınlıkların en hakiki sorusu” başlıklı yazım azınlık cemaatlerin entelektüel enerjisini harekete geçirmiş gözüküyor. İtirazlar iki yönlü. 1) Devlet bize beterini yaptı ve asıl sorun Müslümanların bizimle ilgili algısı (ki gayet doğru ve zaten yıllardır bunu yazıyoruz). 2) Birileri tahrik olup gayrımüslimlere zarar verebilirler (ki hiç sanmıyorum… Tıynetsiz kişiler hep vardır ama benim yazımı okuyup etkilenerek buna kalkışacak olanı zor bulunur.) Gelelim esasa: Yazı azınlık mensuplarının zihni yaklaşımını ele alıyordu ve yazdığım şey herkesin bildiği, soluduğu bir gerçekten ibaret. Bu konuda diyecekleri varsa bekliyorum. Bakalım azınlık aydınları cemaatçilikten ne kadar uzak durabiliyorlarmış...
Yorum Yap