- 18.06.2014 00:00
Küreselleşme ile birlikte paranın akışında seyyaliyetin artması iktisadi ‘merkezin’ çepere olan bakışını da daha kritik ve gerçekçi kıldı. Çeper artık sadece mal satılan veya ucuz işgücü kullanımı için gidilen bir yer olmaktan çıkarak paranın finansal açık piyasa koşullarında para kazandığı bir yer haline geldi. Böylece söz konusu çevre ülke ekonomilerinin sorunlu alanları ve gelişme dinamikleri de merkezin derdi olmaya başladı. ‘Orta gelir tuzağı’ lafının popülerleşmesi de bu vesileyle oldu. Bazı ülkelerin belirli bir büyüme istidadı gösterip milli gelir artışı yaşadıktan sonra o seviyede takılıp kalmasını ifade eden bir sözdü bu. Gelişme çizgisinin ‘kesintili’ olabileceğini, hatta belirli bir seviyede ‘donabileceğini’ ima ediyordu. Nitekim aynı kaygı bugünlerde Türkiye için de seslendirilmekte. Üç binlerden on binlere hızla gelen kişi başı milli gelirin birkaç yıldır aynı seviyede kaldığı gözlemleniyor ve bu noktada yeni bir ‘statüko’ üretmiş olabileceğinin altı çiziliyor. Bu karamsar bakışa göre ülke uzun süre bu ‘tuzağa’ takılı kalabilir ve ne yaparsa yapsın yeni bir sıçrama dinamiği üretemeyebilir.
İktisadi öngörünün basiretli olup olmadığı bir yana, ‘orta gelir tuzağı’ iyi bir analitik araç olma özelliğine sahip. Çünkü herhangi bir alandaki herhangi bir büyüme ya da gelişme dinamiğinin önceden bilinemeyecek ve öngörülemeyecek seviyelerde duraklayabileceğini, hatta o noktayı kalıcı hale getirebileceğini söylüyor. Eğer bu durumu bir sosyal olgu olarak tasavvur edersek aynı dinamiğin siyasette de var olabileceğini düşünebiliriz. Örneğin nasıl ekonomik gelişmenin temel ölçüsü milli gelir ise, siyasi gelişmenin temel ölçüsünün demokratik yapı ve işleyiş olduğunu düşünebiliriz. Bu durumda soru, ülkelerin demokrasi maceralarında da bir ‘orta seviye’ tuzağının olup olmadığıdır. Yani acaba demokrasi geleneği ve sistematiği açısından bazı ‘az gelişmiş’ ülkelerde, demokrasi yönünde atılan adımlar ve yapılan hamlelerin gelip çarptığı sanal bir duvardan söz edilebilir mi? Acaba bazı ülkelerin siyasi kültür ve geleneği, bunun dayandığı zihniyet zemini, demokrasinin ‘orta’ bir seviyede durmasına ve o noktada kalıplaşmasına daha mı müsait? Bu durumda ‘çukurdan çıkarken’ ilk adımların çok hızla atılabileceğini ama belirli bir denge ortaya çıktıktan sonra yeni statükonun kolay kolay değiştirilemeyeceğini öngörebiliriz.
Bu türden bir olgunun muhtemel nedenlerini anlamak için, bazı ülkelerde demokratik çıtanın nasıl olup da o kadar uzun süre böylesine aşağı seviyede kalabildiğini sorgulamamız lazım. Bunun epeyce karmaşık nedenleri olabileceği açık. Ama kritik mesele, nedenler ne olursa olsun, sonuçta kendisini yeniden üreten bir yapının ortaya çıkmış olduğudur. Kendisini yeniden üretme yeteneği geliştiren her yapı, kendine has aktörler, ilişkiler, normlar ve tabii ki menfaat alanları ile güç dengeleri yaratır. O halde yeni yapı yerleştiğinde de demokrasi yönündeki reformlar zorlaşacak, çünkü sistem bundan sonrasına direnebilecektir.
Türkiye’nin geldiği noktayı bu karamsar perspektiften ele almak mümkün. Vesayetten kurtulma ve bürokrasiyi özgürleştirme iradesinin belirli bir sonuç aldığı ama 2010 referandumu sonrasında durakladığı, hatta Hizmet Hareketi ile olan ayrışmanın alenileşmesiyle birlikte bir miktar gerilediği öne sürülebilir. Aynı sürecin Kürt meselesinin çözümüne ilişkin de yaşandığı, üç aşamalı hareket planında ilk iki aşamanın tamamlanamayacağı belli olduğunda bir duraklama dönemine girildiği ve bunun her iki cenahta da yeni dengeler ürettiği söylenebilir. Örneğin Lice’de sahneye konan ve yaygınlaştırılmak istenen kalkışma senaryosunun, sürecin yavaşlamasından bağımsız olmadığı açıktır.
Kıssadan hisse gelişme dinamiklerinin aşamalar şeklinde gittiği ve her atılım döneminde olabildiğince ‘ilerlemenin’ kritik öneme haiz olabileceğidir. Her bir reform olası yeni statükoyu daha ileri bir seviyede yapısallaştıracak, en azından belirli bir norm veya uygulama daha ‘normal’ hale gelecektir. Bu noktada pozitivist bir bakışa da yaslanmamakta yarar var. Demokrasinin daha ‘ileri’ bir seviyesinde olmak ille de gelecekteki muhtemel reform adımını kolaylaştırmayabilir. Ama geleceği bilmiyoruz ve ancak el yordamıyla ilerliyoruz… Dolayısıyla iktidarların şartlar her uygun hale geldiğinde reform yeteneklerini sonuna kadar ve tabii ki zeminlerini sağlam tutarak hayata geçirmeleri çok önemli gözüküyor. Aksi halde ortaya çıkabilecek ‘orta demokrasi’ seviyesinin bir tuzağa dönüşme ihtimalini akılda tutmak lazım.
Yorum Yap