- 27.03.2014 00:00
İnsanlar oylarını hangi gerekçeyle şu veya bu partiye verirler? Bir bölümü ideolojik olarak davranır, savunduğu bir siyasi akım vardır ve onu kim temsil ediyorsa kategorik olarak o partiye oy verir.
Genelde bu tür seçmen oturmuş demokrasilerde toplamın kabaca üçte biri kadardır. Eski sistemin çöktüğü, yenisinin kurulamadığı, kargaşanın hakim olduğu toplumlarda bu oran hızla aşağı iner. Buna karşılık eski sistemin çöktüğü ve yeniyi inşa etme potansiyelinin ortaya çıktığı toplumlarda aynı oran hızla yüzde altmışlara tırmanır. Türkiye’de de durum bu… Bizde ilave olarak bir ‘seçeneksizlik’ meselesi de var. Yani insanlar oy verdikleri partileri çok beğendikleri için değil, diğer partilere oy vermeleri ‘imkânsız’ olduğu için böyle davranıyorlar. Üstelik dönüşüm sürecinin yol açtığı gerilim her partiye kendi tabanını konsolide etme imkânı veriyor. Sonuçta kabaca ve rakamları yuvarlayarak bakarsak AKP 30, CHP 20, MHP 10, BDP ise 5 puanı ‘kendiliğinden’ alma potansiyeline sahip görünüyorlar.
Geri kalan küçük siyasi partilerin de topluca yüzde 5 olduğunu varsayarsak, seçimlerin gerçekte toplumun yüzde otuzunu muhatap alan bir karar verme süreci olduğunu söyleyebiliriz. Soru bu belirleyici ve potansiyel olarak akışkan seçmenin neye göre karar verdiğidir. Muhakkak ki konjonktür, tehdit algısı, ahlakî/dinî meseleler, hatta bazen magazinel konular bu tercihi etkileme gücüne sahip. Ama temelde çok basit iki kriter var. Eğer bu iki kriter farklı iki partiye destek verilmesini işaret ediyorsa sonucu belirsiz bir seçim yaşama ihtimaliniz güçlüdür. Ama her iki kriter de aynı partiye işaret ediyorsa seçimler muhtemelen söz konusu partinin açık üstünlüğü ile sonuçlanacaktır. Bu iki kriterden biri istikrar… Modern toplumlarda herhangi bir siyasi parti bağımlılığı olmayan kitle, genellikle kentli orta sınıfa tekabül eder. Bu kesim için gerçekçi ve akılcı bir siyasi ortam kritiktir çünkü iktisadi ve siyasi bir istikrarsızlık halinde göreceli olarak en fazla kaybedecek olanlar bu insanlardır. Hele kişisel gelir artmakta, özgürlük alanları genişlemekte ve bu ailelerin yükselmiş olan hayat standardını koruma kaygıları varsa, istikrarı temsil eden partinin kayırılması doğaldır.
Söz konusu kabaca yüzde otuz kitlenin davranışını belirleyecek olan ikinci kriter ise ‘geleceğin taşınması’ diye ifade edilebilir. Sağlık ve eğitim gibi alanların önemi yanında, kritik husus topluma bir gelecek tahayyülünün verilebilmesi, hak ve özgürlüklerin bu tahayyül içinde kendisine gerçekçi bir yer bulabilmesidir. Unutmamak gerek ki, siyasete bir futbol taraftarı gözlüğüyle bakmayanlar hiçbir zaman geçmişle geleceği eşitleyen bir tavır sergilemezler. Geleceği kaybetme tehlikesi içeriyorsa, geçmişi anlamlı bir tercih unsuru haline getirmezler. Geçmişi cezalandırma uğruna, geleceği tehlikeye atma yoluna girmezler. Dolayısıyla da tercihlerini farklı gelecek ihtimalleri/tasavvurları arasında yaparlar…
Bugün Türkiye’ye baktığımızda ilginç bir durumla karşı karşıyayız. İktidar partisinin bazı mensuplarının yasal olmayan akçalı işlere girdiğine dair yaygın bir kanaat var. Ayrıca bu iktidar partisinin basın üzerinde elinden geldiğince etkili olmaya çalıştığına, kendisine yönelik itibarsızlaştırma girişimleri olan yargıya müdahale etme ihtiyacı duyduğuna da şüphe yok. Böyle bir partinin istikrarı sürdürebilmesi ve gerçekçi bir gelecek tasavvuruna sahip çıkarak bunu yönetmesi kolay değil. Yeter ki alternatif siyasi parti veya cepheler istikrar ve gelecek konusunda daha güvenilir ve inandırıcı olsunlar. Ne var ki hükümete yönelik girişimlerin istikrarsızlaştırma etkisi açıkken, bir de bunun üstüne muhalefetin hiçbir gelecek vizyonu olmaması biniyor. Normalde yorulmuş hükümetlerin yaptıkları hizmetleri öne çıkarması, yıpranmamış muhalefetin ise geleceği anlatması beklenir. Bir hükümetin istikrarı kendi eseri olarak sunması anlaşılabilir ama muhalefetin gelecekle bağının olmaması bir garabettir. Oysa muhalefetin tek silahı, göründüğü kadarıyla AKP’nin geçmiş yanlışları iken, kullanılan ‘malzeme’ de bilinçli bir istikrarsızlaştırma olarak okunmaya çok müsait. Böyle bir muhalefetin Türkiye toplumuna anlamlı bir alternatif olarak gözükmemesi kimseyi şaşırtmamalı.
Birçokları seçimi bir tür sınav sanıyorlar galiba. Yani geçmişin değerlendirildiği bir yeterlilik testi… Ama bu, ancak geleceğiniz ‘sağlamsa’ söz konusu olabilir. Aksi halde seçim bir geleceğin, bir tasavvurun tercihidir ve tasavvuru sadece mevcut iktidarı devirmek olanların bu oyunda fazla bir şansı olamaz.
Yorum Yap