- 21.02.2013 00:00
Baykal’ı kaset ifşası ve tehdidi ile göndererek, yumuşak yüzlü bir ulusalcılığı ‘yenilikçilik’ etiketi altında sürdürme peşinde olanlar bugün yeniden radikal bir karar alma arifesindeler.
Projeleri birkaç yönden sarktı ve ‘maalesef’ Türkiye onların öngördüğü yönde ilerlemedi. Kılıçdaroğlu, darbeciliği arkada bırakan ama darbecileri sahiplenen ‘yeni’ ulusalcılığın yumuşak yüzü olacaktı. Siyasetten pek anlamaması beklenen bu bürokratın CHP gibi bir partinin dizginlerini eline alma ihtimali zayıf gözüküyordu. Kılıçdaroğlu, Türkiye siyasetinde yalpalama dışında varlık gösteremese de, bu aslında proje sahiplerini rahatsız etmiyordu, çünkü AKP karşıtlığının psikolojik zemini CHP’yi ayakta tutmaya yeterdi. Ancak Kılıçdaroğlu’nun her kongre ve seçimde adım adım etrafını temizlemesi, liderliğini konsolide etmesi ve ulusalcılara tepeden bir bakışla mesafeli durması rahatsız edici oldu. Dahası partinin yeni lideri kendisini ‘yenilikçi’ ilan ederken, bunu ‘yeni ulusalcılık’ olarak lanse etmektense etrafında kendisine bağlı, gerçekten de ‘yeni’ bir tampon kadro oluşturdu.
Bu arada Türkiye CHP’yi yeniden kurgulamaya çalışanlar açısından iki büyük ‘hayal kırıklığı’ yarattı: Krize girmesi beklenen bir alanda kriz yaşanmadığı gibi, krizde olunan bir alanda da krizden çıkma sürecine geçildi. Krize girilmesi beklenen alan ekonomiydi… Uluslararası sermayenin derinleşen kriz nedeniyle Türkiye’den de uzaklaşacağı, AKP ile sermaye çevreleri arasındaki güvenin sarsılacağı beklenmekteydi. Bu süreçte cari açığın ne denli tehlikeli olduğuna dair epeyce gürültü çıkarıldı, Kılıçdaroğlu’na uzman danışmanlar sunuldu. AKP’nin otoriterleştiği, reform sürecinin durduğu, ifade ve basın özgürlüğünün bittiği türünden propagandanın da Batı’nın Türkiye’den uzaklaşmasına psikolojik destek vermesi umuluyordu. Ama işler böyle gitmedi… Türkiye istikrarını sürdürürken, bu ülkeyi bilen gözlemciler demokratikleşme sürecinin de kesintiye uğramadığını fark ettiler. Ülke notunun artırılması ise epeyce tatsız bir sürpriz oldu. Ne var ki asıl büyük sürpriz kalıcı bir kriz olduğundan kuşku duyulmayan Kürt meselesinde krizden çıkış sinyallerinin hızla gelmesi ve çözüme doğru ilerlenmesiydi. Çünkü herkes, Kürt meselesini çözmüş bir Türkiye’de ne ekonomik ne de siyasi olarak bir ‘ulusalcılığa dönüşün’ mümkün olmadığının farkında. Batı mahreçli finansörlerin ve lobilerin tüm kaynaklarını AKP karşıtlığına yatırsanız bile, bundan herhangi bir sonuç alamazsınız. Hayat ulusalcıları ve onun gölgesinden yararlanarak AKP karşıtlığını siyasete çevirenleri aşıp geçmek üzere…
Baykal’sız CHP’yi dizayn edenler söz konusu tehlikenin farkındalar. Bu tehlikeyi gazete manşetinden bir çağrı olarak ihbar edemiyorlar, çünkü ‘tehlike’ denen şeyin toplumun ve ülkenin lehine olduğunu herkes biliyor. Gidişatı durdurmanın tek yolu, Kürt açılımının durması… Bu çok hayati bir olay, çünkü Kürt meselesinin çözümü hem yereli güçlendiren demokratik bir anayasa, hem de bir tür başkanlık sistemi demek. Bu ise yüksek yargının meclis ve başkan tarafından atanmasını ima ediyor. Parlamenter sistemde üzerinde hiçbir kısıtlama olmayan, şu anki tanımıyla cumhurbaşkanı olduğu takdirde de ‘hükümranlığına’ halel gelmeyecek olan Başbakan’ın niçin başkanlık sistemi istediği de zaten bu detayda gizli: Yüksek yargıyı atayabilmek için…
Böylece Kürt meselesi bir mızrak ucuna dönüşüyor. Buradaki çözüm beraberinde gelecek hukuki ortam ve zeminle birlikte ulusalcılığı iyice marjinal kılacak gözüküyor. Acil durum acil bir hamle gerektiriyordu ve nitekim Baykal’ın CHP grubuna konuşması bu noktada gündeme geldi. Baykal üç mesaj verdi: 1) Kılıçdaroğlu yetersiz kaldı ve AKP tarafından kandırıldı, 2) Ulusalcı-yenilikçi ayrışması zararlıdır ve zaten ulusalcılık yenilikçiliğin kendisidir, 3) Kürt meselesinin çözümü ulus devletin ve Türk milletinin sonudur. Kılıçdaroğlu ise kendince tedbir alarak rejimi kuran iradeye, yani aslında ulusalcılığa sahip çıktı ve CHP var olduğu sürece başkanlık sisteminin Meclis’ten geçemeyeceğini söyledi. Tabii bunun nasıl olabileceğine girmedi. Çünkü şu an mesele AKP değil, Baykal…
Bu beyhude çabalar muhtemelen trajik bir sona doğru gidişi ifade ediyor. Ulusalcıların siyaseti laik tabanda bile daralmakta. CHP seçmeninin kabaca üçte biri Kürt meselesinin çözümünü ‘olumlu’ olarak algılarken, laik burjuvazi büyüyecek pastanın kokusunu almış durumda. Düşünün ki bugün hiçbir CHP’li hakkında çıkabilecek hiçbir kasetin mizah dışında anlam bulması mümkün değil.
Yorum Yap