- 21.04.2011 00:00
Partilerin aday listelerinin açıklanmasının ardından birçok yorum okuduk.
Muhalefet partilerinin üçü de kendilerine göre bir yandan 'daha merkeze', diğer yandan da kendi ideolojilerinin katı savunucularına kapı açtılar. Böylece daha geniş bir temsil yelpazesi ve meşruiyet aramaktaydılar ama aslında bunun zorunlu kalınan bir tutunma hamlesi olduğunu da düşünebiliriz. BDP bile, PKK arka planından olmayan farklı adayları listeye alırken, aslında seçim sonrası dönemi sembolik olarak taşıyabilecek bir açılım yapmaya çalışıyor. CHP ve MHP'nin ise daha ziyade tepkisel ve savunmacı bir dürtüyle davrandığını söylemek mümkün. Bu iki parti, sıkışmış ve kurumuş siyasetlerini biraz da yapay yöntemlerle yeşertmenin peşindeler. Ama sonuçta her üçünün de geleceğe tutunma sorunu var, çünkü Türkiye'nin değişme dinamiği bu partileri sözsüz kalmakla, ya da kendi ideolojileri üzerinden radikalizme kaymak durumuna düşmekle tehdit ediyor.
Öte yandan iktidar partisi ise birçoklarını şaşırtan bir biçimde tam tersi yola girmiş gözüküyor. AKP, liderinin özgüvenini yansıtan bir biçimde, kendi tabanının enerjisinden beslenmeyi temel stratejisi haline getirdiğini ilan etmiş oldu. AKP'nin önümüzdeki dönemde bir 'okul' haline geleceğini, genç kadroların devşirildiği büyük bir fabrikaya dönüşeceğini tahmin etmek zor değil. Anadolu'nun her şehrine bir üniversite yapılması idealinin bir yönü de muhakkak ki bu üniversitelerde yereli bilen ve oradaki talepleri merkezin politikaları ve evrensel ilkelerle buluşturabilen insanların yetiştirilmesi olacak. Cumhuriyet'in köy enstitüleri ideali, bugünün global post-modern dünyasında, İslamî bir hükümetin en modern kurum olan yükseköğrenim üzerinden kendi iktidarını toplumsallaştırması projesine dönüşüyor. Bunun anlamı bundan böyle AKP'nin parti saflarında bir toplumsal kuşatıcılık peşinde koşmayacağı, kuşatıcılığı siyasî alanda attığı adımlar ve kuracağı işbirlikleri üzerinden arayacağıdır. Kısaca söylemek gerekirse Erdoğan 'ben Özal olmayacağım' demiş oluyor... Yani dört eğilimi birleştiren bir parti yoluyla alternatifsiz bir iktidar yolu aramaktansa, salt kendi kimliğinden hareketle yola çıkan ama demokrasinin gereklerini yerine getirerek meşrulaşan bir 'uzun vadeli tek parti iktidarı' hedefleniyor. Bu bağlamda Başbakan'ın 'ileri demokrasi' lafını kullanması anlamlı bir nüans taşıyor: Kastedilen sadece katılımcılık, şeffaflık gibi özelliklere sahip bir demokrasinin istendiği değil, onyıllarca 'geri' addedilen insanların hayallerinin ve standartlarının kendisini 'ileri' sanan laik cumhuriyetçilerden daha ileride olduğunun da vurgulanmasıdır.
AKP'nin aday listelerini yorumlayan laik yazarlar ise maalesef hâlâ siyaseti aktörün zihniyetinin içinden okumayı öğrenemediklerini ortaya koydular. Tanıdıkları insanları listelerde görmeyince, bunu bir zayıflık olarak addettiler. Liberal ve solcuların yokluğunu ise AKP'nin yeni anayasa konusunda gönülsüzlüğüne bağladılar. Çünkü bu laik yazarlar özgürlükçülüğün tekelinin kendilerinde olduğunu sanmaya devam ediyorlar. Sanki özgürlük isteyenler sadece kendileri imiş gibi, kendilerine benzeyen insanlar olmadığında o listelerin siyaseten muhafazakâr bir çizgiyi ifade ettiğini sanıyorlar. Bu durum söz konusu kesimin genel siyasî tavrı hakkında da uyarıcı bir mesaj veriyor: Son kertede kendini dindarlardan daha 'ileri' sanma dürtüsüyle yüzleşilmedikçe, laik kesimin AKP'yi alt edecek bir siyasî hareket oluşturma şansı olmayacak.
İktidar partisi bu tespiti çoktan yapmış gözüküyor. AKP'nin seçim bildirgesi 12 yılı, yani üç seçim dönemini kapsayan şekilde hazırlanmış ve bu epeyce gerçekçi bir yaklaşım. Türkiye diktatörlük üzerinden oluşan kabaca yirmi yıllık bir tek parti döneminde cumhuriyet deneyimine başlamıştı. 2002'de başlayan süreç de, bu kez demokrasi üzerinden yine kabaca yirmi yıllık bir başka tek parti deneyimiyle sonuçlanacak gibi gözüküyor. Bu süreç AKP etrafında bir otoriterleşme havzası yaratma riskine sahip de olsa, sonuçta Kemalizm'in ve askerî vesayetin şekillendirdiği, demokrasiye anakronik bir cumhuriyetin de dönüşümüne tanık olacağız.
Bugünlerde birçok yazar AKP ve CHP'nin ideolojik sembolleri bir yana koyarak, somut projeler etrafında siyaset önermeleri yapmalarını alkışlıyor. Ama bunların şimdiye kadar olmamasının, vesayet sisteminin doğal uzantısı ve son derece rasyonel bir tutum olduğunu unutuyorlar. Bu yolu AKP'nin iradesi açtı ve bu parti topluma kulağını kapatmadığı sürece, görünen o ki toplum da ona 'teveccühünü' göstermeye devam edecek...
e.mahcupyan@zaman.com.tr
21 Nisan 2011, Perşembe
Yorum Yap