- 7.02.2013 00:00
Demokratikleşen bir toplumda muhalefetin ne derece önemli olduğu açık... AKP bile bu ihtiyacı sık sık dile getiriyor.
Çünkü demokrasi çıtasını yükselten bir muhalefetin varlığında, çeperden gelerek iktidar olan bir hareketin ‘merkezleşme’ imkanı artar. Öte yandan iktidarın başarısız kalması da böyle bir muhalefete iktidar yolunu açar. Oysa muhalefetin iktidara kıyasla hak ve özgürlükler açısından daha geride kaldığı bir durumda, iktidar sürekli dengeleme arayışları içinde olduğu için demokratikleşme de inişli çıkışlı olur. Buna karşılık iktidarın yeri sağlamlaşırken, muhalefet ise hiçbir zaman iktidar olmayacağını içine sindirip kendi konumuyla yetinir.
Türkiye’deki manzara da bu… O nedenle CHP’den olumlu beklentileri olan birçok kişi, bir süre sonra umutsuzluğa kapılıp “CHP’den bir şey olmaz” noktasına gelmiş durumda. Öte yandan AKP’nin rakipsizliği rahatsız edici olabiliyor ve insanlar yeni bir muhalefet hareketinin oluşmasını hayal ediyorlar. Ne var ki bunun için CHP’nin yoldan çekilmesi, ya çok ufalması ya da bölünmesi lazım. Fakat hayatın gerçekleri bizim hayallerimize göre şekillenmiyor… Kabul etmek gerek ki aslında hayat muhtemelen önümüzdeki bir on yıl için daha bize hep aynı mesajı veriyor: “CHP’ye bir şey olmaz.”
Birgül Ayman Güler’in ‘ırkçılık’ olarak adlandırılan sözlerinin yarattığı geçici rahatsızlığın böylesine kolayca buharlaşması umarım artık bu partiye ilişkin romantik tasavvurların bir yana bırakılmasına vesile olur. Öncelikle vurgulamak gerek ki Güler’in sözlerini ‘ırkçılık’ olarak adlandırmak bir kolaycılık… Çünkü gerçekten bu aslında ırkçı veya hatta ayrımcı bir bakış değil. Tam tersine Güler’in eşitlikçi bir anlayışı olduğunu görmek gerek. Söylediği, örneğin Boşnaklarla Kürtlerin eşit olduğu ve hepsinin ‘Türk’ kimliği altında uluslaşması gerektiği… Buradaki ‘ulus’ bir etnisiteye değil, siyasi tahayyüle dayanıyor. Aslında Cumhuriyet’in kuruluş ideolojisi ve Mustafa Kemal’in normatif görüşü de bu yönde. Yani olması istenen, yapılmak istenen şey bu…
Ama ortada bir başka gerçeklik var: Türk kimliği Cumhuriyet’le birlikte toparlayıcı ve bütünleştirici bir kimlik olarak ortaya çıkmış değil. Çok daha önceden Türkçülük akımının uzantısı olarak, dolayısıyla bariz bir etnisite vurgusuyla üretilmiş. Bugün kullanılan Türk kavramı, yüzyıllar öncesinden Batılıların Anadolu Müslümanlarına verdikleri genel isim değil. İttihatçı dönemle birlikte ‘Türk’ kimliğinin içeriği değişti ve belirgin şekilde farklılaşmış bir etnisiteyi ima etti. Nitekim 1930’lu yıllarda bu önermeyi besleyen dil ve tarih kuramları yanında, mezarlar bile kazılarak, yurt çapında yapılan kafatası ölçümleri üzerinden ‘Türk’ün farklı ve üstün bir ırk olduğu kanıtlanmaya çalışıldı. Bütün bunlar yapılırken Mustafa Kemal hayattaydı ve o zamanın ‘bilimi’ Kemalizm’in korumasına sahipti.
Bu geçmiş CHP’nin geçmişi… Ama aynı zamanda CHP’liliğin ve bugünün CHP’lilerinin bir bölümünün de geçmişi. CHP eliti, daraltılmış bir kamusal alan ve hiyerarşi üreten bir resmi ideoloji sayesinde azınlık olmasına rağmen imtiyazlı olabilmiş bir kitle. Bugün AKP iktidarı karşısında bir yenilgi ve travma yaşanıyor. Güler ve onun gibi birçoklarının solcu olması, askere yaslanması, kendilerini sürekli ‘milli mücadele’ içinde sanması şaşırtıcı değil. CHP siyaset yapmadan, yani topluma ihtiyaç duymadan ‘siyasetçi’ olabilmiş bir parti. Bu özel siyaset alanının ideolojik ayaklarından biri, büyük düşmanlar ve kahraman direnişlerle tanımlanan bir bağımsızlıkçılık. İkinci ayak ise gericiliği alt etmeye azmetmiş aydınlık bireylerin laikliği… Gerçeklikle sınadığınızda bir kendini aldatma hali. Ama kurumsallaşmış, kendini yeniden üretebilen, refah ve güç kazandıran bir kendini kandırma…
Bu nedenle ne CHP’den bir şey olur, ne de CHP’ye bir şey olur. Bu parti ancak Türkiye demokratik dönüşümünü gerçekleştirdikten sonra, apaçık bir biçimde anlamsız hale gelmesinin ardından, ama o zaman bile bir neslin tarihe karışmasıyla birlikte eriyip gidecektir.
Güler’in yarattığı tartışma sonrasında Kılıç-daroğlu’nun ‘milliyetçilik anlayışımız çağdaştır’ mealinde özetlenebilecek olan yumuşatma hamlesinin ‘yenilikçilerce’ yeterli olması durumu açıklıkla ortaya koyuyor. Kimse yüzleşme derdinde ve gücünde değil. ‘Anlaşmak’ istiyorlar… Bir partili “sosyal demokrat partilerin içinde farklı fikirler olur” demiş… Belki ulusalcılıkla ‘çağdaşlığın’ ucube bileşimlerine artık sosyal demokratlık deniyordur. Belki de aslında sadece içi geçmiş bir ‘hayata tutunma’ halinden söz ediyoruz. e.mahcupyan@zaman.com.tr
Yorum Yap